21 Aralık 2010 Salı

Köyde Yangın Var

   Mersin merkeze bağlı Aslanköy kasabasında; ilkokulda, okul müdürü olarak görev yapıyordum. 1989 yılı, Ağustos ayındaydık. 17 Ağustos günü okulda öğretmen olarak birlikte görev yaptığım Ayşen Ergan ile çarşıda karşılaştık. Bana kardeşinin düğün davetiyesini uzatarak;
    -Perşembe günü düğünümüz var, bir yere gitme karşılıklı oynayacağız, dedi. 
     Ben de; yaşça benden büyük olduğu için;
    -Olur abla dedim.
     Kasabada her yıl; 30 Ağustos Zafer şenlikleri yapıldığı için bir telaş vardı. Şenlik tertip komitesi kurulmuş, o komitede benim de görevim vardı. Belediye başkanı, aynı zamanda Ayşen hanımın kardeşi Adnan Ergan ile köy kahvesinde, çınarın altında oturup çay içerken yapılacak işleri konuştuk. Günlerden Pazardı. Pazartesi günü sabah Mersin'e gidilecek ve şenlikle ilgili afişler sipariş edilecek, şenliğe gelecek sanatçılarla görüşülecekti. Akşama doğru kalktım eve gittim. Traş oldum. hazırlıklarımı yaptım. Akşam geç vakitlerde yattık.  Belediyeye ait iki katlı, dört daireli lojmanın ikinci katında oturuyorduk.  Uyku arasında bir ses duyar gibi oldum. Yataktan fırladım. Etrafı dinledim. Binanın girişinde birlikte çalıştığımız; lojmanda da bizim alt katımızda oturan öğretmen Ali Yıldırımın sesi yeniden kabardı;
     -Uyanın yangın var, diye bağırıyordu.
     Koşarak kapıyı açtım.
     -Nerede yangın? Neresi, kimin evi yanıyor? dedim.
      Ali Yıldırım;
     -Ayşen ablaların evi yanıyor dedi. Hızla koşarak gitti
     Ben hemen üstümü giyindim ve koşmaya başladım. Dışarıda dolunay var, ortalık gündüz gibiydi. Yangının olduğu ev çukurda olduğu için sadece alevin aydınlığı görünüyordu. Ben yolda giderken hep; yangın  yeni başlamıştır. Gider, söndürür, geliriz diye hayal ediyordum. Karakolun yol ayrımından aşağıya döndükten sonra alevlerin gökyüzüne yükseldiğini görünce,  ev yanmış, artık çok geç, ama içindekiler mutlaka çıkmıştır,  dedim kendi kendime. Koşmaya devam ettim. Yoldan geri dönen bir kişiyle karşılaştım.  Heyecanla;
     -Durum nedir? dedim.
      Adam;
     -Ev halkı içerde, kurtulan yok, dedi.
     Bir düşündüm; düğün evi, uzaktaki çocukları da gelmişlerdi. Bir hesap ettim. Büyük, küçük evde toplam  on kişi vardı. Eve yaklaştıkça endişem  arttı. Ev dört bir yandan yanıyordu. Ayşen hanımın kaldığı odayı biliyorduk. Odanın penceresinden alev kabarıyor, biz kovayla su atarak söndürüyorduk. Kasaba belediyelikti ama, itfaiye ile ilgili sadece bir arazözü vardı. Yangın söndürme ile ilgili eğitimli olan bir Allahın kulu yoktu. Mersin'e telefonla haber verilmişti. Ancak yol uzak ve kötüydü. İtfaiye haber aldığında yola çıksa; ikibuçuk, üç saatte ancak gelirdi.
    bütün kasaba halkı oradaydı. Herkes çabalıyordu. Evin arka tarafında bağdadiye duvar vardı. Oradan bir kazma ile duvarı açmaya çalıştılar. Duvardan açılan küçük bir delikten dışarıya bir alev püskürdü. Hepimiz geri kaçtık. İçerde sıkışan yangın harlandı. O alevle birlikte etrafa öyle bir yanık et kokusu yayıldı.ki; orada bulunanların beyni döndü. O et kokusunun etkisinde kaldım. Onbeş yirmi gün boyunca aklıma geldikçe kötü oluyordum.  Meğer içerdeki insanlar oraya toplanmışlar. O bağdadiyeyi yıkıp çıkmayı düşünmüşler, ama fırsatları olmamış. Anneleri. o bağdadiye örülen pencerenin içine oturmuş ve orada kalmıştı. Duvar delinince onun penceredeki oturmuş hali göründü. Üzerinden 21 yıl geçtiği halde, hala gözümün önünden gitmiyor o dehşet anı. Yangın sabaha karşı; zaten yanıcı maddeler bitmek üzereyken, söndürüldü. Herkes kendine soruyordu.
    - Bu yangın nasıl çıktı? Evdekiler nasıl fark edemedi? Niçin kimse dışarı çıkamadı?
     Sorular uzayıp gidiyordu. Ama cevabı yoktu.
     İtfaiye geldi. Soğutma çalışmalarından sonra evi incelediler. Raporlar tutuldu. Sıra cenazelerin çıkarılmasına geldi. Aynı odanın içinde birbirlerine sarılmış halde yanarak can veren dört çocuk, altı büyük, toplam on kişi. Ben de; bir öğretmen arkadaşımı ve bir öğrencimi kaybetmiştim. Çok zoruma gitmişti. Hala bazen aklıma geldiğinde yine kendime sorarım.
      -Nasıl oldu da kimse kurtulamadı?
      Fakat soruların cevabı yok. İnsan hayatının bu kadar ucuz olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama tesadüfen yaşadığımızı düşündükçe ürperiyorum.
                                                              Ali Akdoğan

 

1 yorum:

  1. Ben de aynı olayı kendi yaşadıklarımla yazayım.

    Öğleden sonra Ayşen öğretmen elinde bir havlu ile düğün davetiyesini getirmişti. Annem, kardeşim-Ayşen öğretmenin öğrencisiydi-, ben birlikte oturup çay içmiştik. Ben ve kardeşim Ayşen öğretmeni çok severdik. Çay içtikten sonra kalktı, düğüne beklediğini söyledi, daha gezmesi gereken çok yer olduğunu belirtip çıktı. Akşam yemeğinden sonra ben ve kardeşim uyuduk.

    Sabah ilk uyanan bendim. Kalktım bir evi dolaştım, baktım annem ve babamın ayakkabıları yok. Evden çıkmışlar diye düşündüm ama "bu saatte neden dışarı çıksınlar?" diye bir soru geçti kafamdan. Seslendim, "Anne, baba" ses veren yok. Tekrar uyuduğumuz yer olan evin salonuna geldim. Baktım masada bir not: "Biz Ayşen Öğretmengile gidiyoruz. Merak etmeyin geleceğiz." Bu saatte neden gitmiş olabilirler? Kardeşimi uyandırdım. Annemin ve babamın Ayşen Öğretmengile gittiğini ona da söyledim. Beklemeye başladık. Ben çay koydum, televizyonu açtık. Bir süre sonra geldiler. Televizyonu kapatmamızı istediler. Biz de meraktan sorup duruyoruz, "ne oldu?, neden gittiniz?". Babam Ayşen öğretmenin öldüğünü söyledi. Evlerinde yangın çıktığını, gece boyunca söndürmeye uğraştıklarını ama evdeki herkesin öldüğünü, kurtaramadıklarını söyledi. Ben ve kardeşim bu habere pek inanamadık. Evde çok kişi olduğunu biliyorduk, mutlaka birilerinin kurtulmuş olduğunu düşünüyorduk. Annem, çay ve kahvaltılık bir şeyler çıkardı. Ben ve kardeşim yedik, annem ve babam ne çay içebildi, ne de bir şey yiyebildiler. Kahvaltıdan sonra hemen kardeşimle ben, tam hatırlamıyorum annem ve babam da bizle miydi, evden çıktık. Yürüyerek okuduğumuz ilkokulun bahçesinin yanından geçtik. Köydeki herkes aynı yolda yürüyordu sanki. Hiçbir zaman bu kadar kalabalık bir sokak görmemiştim. Eskiden oturduğumuz sokağın başına geldik. O sokak aşağıya doğru iniyor ve Ayşen Öğretmenlerin evinin önüne kadar gidiyordu. Yol çok kalabalıktı, gidenler gelenler ağlayanlar. Biz halen inanmıyorduk. aşağı doğru yürürken havanın kokusu yavaş yavaş değişmeye başladı. İçimdeki umut giderek zayıflıyordu.

    Evi görebileceğimiz kadar yaklaştığımızda, evden geriye pek bir şey kalmadığını gördük. İçimizde hiçbir umut kalmamıştı. İki katlı sayılabilecek bir evdi. Alt katı, kümeslerin, otların olduğu bir yer, üst katı ise hane olarak kullanılıyordu. Her tarafı yanmış, çoğu duvarı yıkılmıştı. Daha sonrasını pek hatırlamıyorum. Her şey biraz siyah beyaz… İtfaiye gelmiş ve evden cesetleri çıkarmıştı. Orada toplanmış olan kalabalık, kimin, nerde, nasıl şekilde bulunduğunu anlatıyordu. Ayşen öğretmenin kucağında telefon varmış, demek ki birilerine haber vermeye çalışıyormuş. Ayşen öğretmenin kız kardeşi, çocuklarının üstüne uzanmış, onları alevlerden korumaya çalışıyordu herhalde. Hasan amca yerdeki bir muşambayı katlamış şekilde bulunmuş. Muşambanın altından alt kata inen bir kapak varmış, ama açmaya fırsatı olmamış, ...

    On kişi ölmüştü, biri öğretmenimiz, biri kardeşimin sınıf arkadaşı İlknur, biri birlikte oyun oynadığımız Esin...

    Her bayramda kardeşimle benim ilk olarak gittiğimiz evdi. Artık yanmıştı, tanıdıklarımız ölmüştü.

    Nasıl yangın çıktığı, birilerinin mi kundakladığı, neden hemen yakındaki Kur'an Kursu'nun yatakhanesindeki kimsenin yardım etmediği, köyde aylarca tartışıldı.

    Bir süre köy sadece bunların tartışıldığı, ama aslında tüm canlılığını kaybeden terk edilmiş ve sessizliğe gömülen bir yere dönüşmüştü.

    Halen nasıl oldu da kurtulamadılar, neden yangın çıktı, nasıl çıktı sorularının cevabı bulunabilmiş değil.

    Birkaç hafta sonra yangından fotoğraf albümlerine hiçbir şey olmadığını öğrendik. Ayşen öğretmen fotoğraf çekmeyi çok severdi. Birkaç gün sonra fotoğraf albümlerine bakma fırsatımız oldu. Çok fazla fotoğraf vardı. Ayşen öğretmenle kardeşimin, bizim fotoğraflarımız da vardı. O gün havada aldığımız o koku fotoğraflardan da geliyordu.

    Unutamadığım, acı dolu bir anı olarak hep beraber bizimle yaşayan bir günü başka bir gözden anlatmaya çalıştım.
    Sertaç AKDOĞAN

    YanıtlaSil