5 Aralık 2010 Pazar

Deprem Anını yaşamak

     1971 yılında Bingöl Lisesinin ortaokul bölümünde yatılı öğrenci olarak okuyordum.  Henüz l6 yaşındaydım.  21 Mayıs Cumartesi günü okul tatil havasına girmişti. Yatılı okuyan ara sınıflardaki arkadaşlarımızın bir kısmı memleketlerine gitmiş, bir kısmı da yarın gitmek için hazırlıklara başlamışlardı.  Biz ortaokul üçüncü sınıfta olduğumuz için bitirme sınavlarımız vardı, mecburen onbeş gün daha okulda kalacaktık. O gün öğleden sonra rüzgar çok şiddetli esti. Her taraf toz duman. Göz güzü görmüyordu.  Sonra hafif bir yağmur yağdı. Hava çok soğudu. Daha önce gömlekle dolaşırken  şimdi ceket giydiğimiz halde üşüyorduk.
     Saat 18.00 de yemekhaneye girdik. Yemeğimizi yedik. Sonra arkadaşlarımız yatakhaneye gitti. Biz altı arkadaş; okulun bahçesinde bulunan süs havuzunun duvarına oturduk. Ayhan ve Ebubekir adında Erzurum'lu iki arkadaşımız dokuz taş dama oynamaya başladı, biz de onları izlemeye başladık. Bir anda altımızdaki duvar; abartısız, bir elli santim yükseldi. Sonra yere doğru gömülüyormuş gibi hızla gitti. Aptallaştık. Yarıya kadar suyla dolu olan havuzdaki su bir çalkalandı ki içindeki su, üç metre yükseklikteki yemekhanenin çatısına ulaştı. O anda kalkıp kaçmak istedik. Halbuki dışarıdaydık ama yine de bir yerlere doğru kaçmak istiyorduk.  İki adım attım. Yere kapaklandım. Adil çaynak adındaki arkadaşım da düştü. Ben önümdeki bilek kalınlığında bir ağacın gövdesine tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. Dengemi sağlayamıyordum. Bir yerlere ulaşmanın çabası içindeyken büyük bir gürültü ve cam sesleri ile irkildim. Okulumuzun yerinde bembeyaz bir duman, başka hiç bir şey görünmüyor. Kulaklarımda bir uğultu, yatakhaneye doğru baktım,  oradaki arkadaşlar içeriden dışarıya; arı kovanından çıkan oğul misali dışarıya fırlıyorlardı. Gözlerim karardı. Orada neler oldu acaba? Kimse yaralandı mı? diye düşünürken okulun sis ve toz bulutunun içinden de iki arkadaşımız düşerek yuvarlanarak bize doğru koşuyorlardı. Ne bağırabildim, ne de ağlayabildim. Arkadaşlarımız toplaştı kimler var, kimler yok çetele tutmaya başladık. Okuldan koşarak gelen iki arkadaşın yüzü, gözü toz içindeydi. Onlardan Şeyho adındaki arkadaşımız çok korkmuş, hıçkırarak konuşuyordu. Ağzından çıkan ilk söz
     - İbrahim.. İbrahim  enkazın altında kaldı, oldu .
      Diğer arkadaşımız da;
     - Fevzi... Fevzi...iii, diyordu.
      Ne oldu? Fevzi nerde? İbrahim nasıl enkazda kaldı? diye bir telaş ve hüzün içinde arkadaşlarımızın etrafına toplaştık. Şeyho anlatmaya başladı;
      - İbrahim'le okulun içinde öğretmenlerden radyo almak için öğretmenler odasına doğru yürürken deprem oldu. ben ters tarafa koştum, İbrahim merdivenlere doğru koştu. Ben birinci katın penceresinden atladım. Yerde kitaplar vardı. O kitapların üzerine düştüm. Okul yıkıldı dedi.
      Diğer arkadaş hala Fevzi enkazda diyordu ve anlatmaya başladı;
     - Okulun zemin katındaki salonda masa tenisi oynuyorduk. Deprem sırasında; ben kapıdan tarafa olduğum için dışarı doğru koştum, tam dışarı çıktığımda okul yıkıldı. Bazı enkaz parçaları bana da çarptı, dedi.
     O sırada toz ve sis dağılmış, okulun enkazı görünmeye başlamıştı. Okul tam ortadan ikiye bölünmüş ve yarısı yıkılmış, dört katlı bina, bir kat yüksekliğinde bir moloz yığınına dönüşmüştü. O anda düşündüğüm tek şey; ya bu deprem ders saatinde olsaydı okulumuzda okuyan binaltıyüz öğrenciden acaba kaçımız kurtulacaktık. Çünkü iki çıkış kapısının olduğu bölüm yerle bir olmuştu. Okuldaki öğretmenler neredeydi? Onlardan bir haber yoktu.
     Enkazın yanına, Fevzi'nin bulunduğu tarafa gittik. Derinlerden, enkazın altından bir yerden bir ses;
     - Beni kurtarııın, diyordu.
     Elimizden hiç bir şey gelmiyordu. Okulun öğretmenler odası yıkılmayan bölümde kalmış, öğretmenlere bir şey olmamıştı. Çok geçmeden öğretmenlerimiz yanımıza geldiler. Bir durum değerlendirmesinden sonra enkaz kurtarma birimlerine haber verdiler. Bizi de enkaza sokmadılar. Çünkü deprem hala aralıklarla devam ediyordu.
    Okulun bahçesinden ayrıldık. Hava kararmıştı. Soğuk daha da artmıştı. Geceyi geçirmek için bizi Bingöl Tugay komutanlığına götürdüler. Bir sahra çadırı kurduk içinde sabahladık. Tan yeri henüz ağarmıştı. Okula geri gelirken yollarda gördüklerimiz tam bir dehşetti. Sallarla taşınan yaralı ve cenazeler. Kimi cenazeleri kamyonlara yükleyip köylerine götürüyor, kimi de cenazesini camiye götürüyordu. Okulun bahçesine girer girmez enkaza koştuk. Fevzi'nin sesi hala geliyordu ama zayıflamıştı. Biz çabalarken askerlerden oluşan bir ekip geldi. On dakika gibi kısa bir sürede yaralı çıkarıldı.  Beli kırılmış, gözlerine kireç ve kum artıkları dolmuştu. Arabayla Elazığ'a götürürken yolda öldü. Cenazesi memleketine gönderildi. Okul tatil edildi. eşyalarımızı topladık, memleketlerimize gittik.  İbrahim'in cenazesi depremden bir hafta sonra kepçeyle enkaz kaldırılması sırasında çıkarılmış.
    Böyle bir olayı anlatmakla yaşamak çok farklı şeyler. Şu anda yazdıklarım o anda yaşadıklarımın belki de onda biri.
                                                                Ali Akdoğan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder