Bingöl merkeze bağlı Yaygınçayır Uğurova köyünde Edirneli bir arkadaşla ikimiz öğretmen olarak görev yapıyorduk 1979 yılının 8 Aralık'ında evlendim. Gelini Elazığ'ın Karakoçan ilçesinde kısa süreliğine babamın evinde bırakıp göreve gitmek zorunda kaldım. Onbeş gün sonra geldim, eşimi ve eşyalarımı köye götürmek için hazırlık yaptık. Bir minibüs tuttum. Eşyayı yükledik . Tam yola çıkarken annem;
-Ben de sizinle geleceğim, dedi.
Kadın bir ay önce mide kanaması geçirmiş. Onbeş gün hasta hanede yatmış. Yolda yürüyecek hali yok. Bizimle köye geleceğini söylüyor. Köye araba gelmiyor. En yakın arabaya binilecek yer bir saatlik uzaklıkta. Ama geleceğim dedikten sonra gelme diyemezsin ki. Sadece;
-Gelip ne yapacaksın soğuktur diyebildim.
-Geleyim, gelinin köye alışmasına yardımcı olurum, dedi
Sonradan anladık ki; gelinin başını örtmesi için baskı yapmaya gelmiş. Eşim Elazığ'da büyümüş, modern giyinmeyi seviyordu. Ama annem illede başını örtsün diye baskı yapıyordu. İkisinin arasında kaldım. Annem beni anlamaz ama eşim anlar düşüncesiyle eşimi; başını örtmesi konusunda ikna etmeye çalıştım. Eşim bana saygısından ama isteksiz başını örttü. Annem başarmış olduğunu görünce, yılbaşı gecesi sohbet sırasında;
-Ben yarın sabah gideceğim dedi.
Gece sabaha kadar kar yağdı. Sabah ölçtük seksenbeş santim kar yağmıştı. Yol yok. İz yok. Köylülere haber verdim. Sağ olsunlar, bir kızak hazırlayarak toplanıp geldiler. Annemi kızağa bindirdik. Kimi çekiyor, kimi arkasından itiyordu. Tepeye çıktık. Baş aşağı epey bir yer kızak kendiliğinden, bir kişinin kontrolünde indi. Kar yeni yağdığından araba yolu da kapalı olduğu için düz yolda yaklaşık bir saatlik yol ite, çeke yürüttük kızağı. Köylüler geri döndü. Biz yaklaşık bir saat daha yürüdük. Yolda yürürken sanırım çekindiğinden, hiç hastayım demiyordu. Bingöl Elazığ asfaltına geldik. Biraz bekledik Otobüs geldi. Arabaya biner binmez hemen oflamaya, çok hastayım demeye başladı. Sabah saat sekizde çıkmıştık köyden, kırk kilometre uzaktaki Karakoça'na öğleden sonra anca gidebildik. O gün Bingöl'e geri döndüm ama köye gidemedim. Çünkü yol kapalı ve yol arkadaşı yoktu. O gece Bingöl'de kayınbiraderimin evinde yattım.
Sabah kalktım köyün durağına gittim. Yol Kapalı, arabalar çalışmıyordu. Köye gidecek bir kaç kişi buluştuk. Aynı köyde birlikte çalıştığım Ahmet öğretmen de Bingöl'deymiş. Toparlandık Elazığ'a giden otobüsle köy yol ayrımına kadar gittik. Yol ayrımında bulunan küçük bir kahvede biraz ısındık. O sırada radyodan haberleri dinledik. Meteoroloji; seksen kilometre hızla esen bir rüzgarın doğuya doğru hareket ettiğini söyledi. Gideceğimiz üç saatlik yol, bu yol da; kapalı ve yaya yürüyecektik. Kendi aramızda konuştuk. Yola çıkıp çıkmamakta biraz tereddüt ettik. Sonra yola çıkmaya karar verdik. Yedi kişiydik. Bu yedi kişi iki saat birlikte yürüdük. Hiç bir sıkıntı yaşamadık. Bizim köyün yol ayrımına geldik. Biz iki öğretmen kendi köyümüze doğru yola devam ettik. Ama; ne yol var ne de iz. Kar göbeğe kadar batıyordu. İki üç adım atıyor, kesiliyorduk. Dinlene zorlana rampa çıkıyorduk. Sırtımızda onbeş, yirmi kilo aylık erzağımız vardı. Tepeye doğru çıktıkça karşıdan bir rüzgar yüzümüze doğru kar savurarak esiyordu. Ama yola devam etmek zorundaydık. Bazen arkamızı dönerek bazen yan dönerek ilerlemeye çalışıyorduk. Zamanın hızla ilerlediğini fark edememiştik. Güneş batmış ve karanlık olmak üzereydi. Islanan pantolon paçalarımız soğuktan donmuştu. Yol da; bize yabancı gelmeye başladı. Nereye bakarsan bak. Her taraf bembeyaz. Rüzgarın savurduğu kardan etrafı görmek çok zordu. Bir ara durduk. Omuzumuzdaki ağırlıkları bırakmaya karar verdik. Elimde bir metre uzunluğunda bir çıta vardı. Kar yağıp kapatınca kaybolmasın diye çantaların yanına karın içine diktim. Yola devam ettik. Bir ara arkadaşım yoldan saptı. Onu uyardım. Önümüze küçük bir rampa daha çıksa yürüyecek gücümüz kalmamıştı. Bazen diz üstü çökerek sürünüyorduk. Bazen küçük tepeciklerden aşağıya kendimizi yuvarlıyorduk. Karanlık olmak üzereydi Lambalar yanmıştı. Uzaktan köyün ışıkları göründü. Ben avazımın çıktığı kadar bağırarak; yolda kaldığımızı ve zor durumda olduğumuzu, köyden bize yardım gelmesini istedim. Karşıdan bir köylü davarını yemlediği yerleri temizliyormuş. Sesimi duydu ve bana cevap verdi. Kurtulacağımıza inanmaya balayınca biraz güç geldi. Ayağa kalktık, yürüyorduk. Arkamızdan bir ses yükseldi. Ama aramızda bir tepe vardı. Bekledik. Tepenin arkasından iki kafa çıktı. Karanlıktan kim veya ne olduğunu seçemedik. Mevsim kıştı ve yörede aç kurtların da olduğunu biliyorduk. İçim ürperdi. Karartı yaklaşınca köye gelen iki kişi olduklarını anladık. Adamlar yanımıza geldiklerinde bir de baktık ki çantalarımızı da tanımışlar ve alıp getirmişlerdi. Önlerinden gelirken yolu biz açtığımız için onlar bizim kadar yorulmamışlardı. Biraz daha yürüdük. Yedi, sekiz kişilik bir ekip de; köyden bizi karşılamaya geldi. Yürüyerek köye gittik. Evimin ışıklarını görünce yeniden dünyaya gelmiş gibi oldum.
-Henüz yirmi günlük evliydim. Eşimin beni pencerede beklediğini görünce ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Ya yolda kalsaydık ve ölseydik diye düşündüm. Kalbimin derinliklerinde bir sızı oldu ve geçti.
Annemin inadı ve hırsı nelere mal olacaktı.
Ali Akdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder