l958 yılının ilkbahar aylarıydı. Dört yaşındaydım. Yoğunağaç köyüne bağlı ve köy merkezine üç kilometre uzaklıkta bir mezrada oturuyorduk. Köyümüzün her tarafı meşe ormanıyla kaplıydı. Köylüler; çiftçiliğin yanı sıra hayvancılık ta yapıyordu. Genelde keçi ve sığır besleyip, çökelek ve yağ satarlardı. Hayvanlar nöbet sırasına göre güdülürdü. O gün nöbet sırası bizdeydi.
Babam, iki ağabeyim hayvanları gütmeye götürürken ben de yanlarında, eğlenmek içn gittim. En büyük eğlencemiz; hayvan sürüsünün içindeki eşeklere binmekti. Ben tek başına binemediğim için babamın arkasına bindim. Abilerim de her biri bir eşeğe binmiş, değişik mesafelerden, otlayan hayvanları kontrol ediyorlardı. Yanımızda siyah çoban köpeğimiz Çalo da vardı. Sürüden ayrılan veya geride kalan hayvanları parmağımızla işaret ediyorduk. Köpek hışımla koşarak gidip hayvanı kovalıyor, bazende ısırarak bağırtıyor, canı yanan hayvan koşarak sürünün içine giriyordu. Bu hareket hepimizin hoşuna gidiyordu. Çünkü kimse yorulmuyor, her şeyi köpek hallediyordu.
Akşama doğru köye dönüş başladı. Bizim Çalo; bir sağa saldırıyor, bir sola saldırıyor, keçiler sığırlar koşarak bir araya toplanıp yumruk gibi oluyordu. Bu iş babamın biraz tuhafına gitmeye başladı. Fakat bir anlam veremiyordu.
Köpek; dönüş yolunda amcamın tosununu ısırdı. Tosun dönüp köpeği süstü. Bir süre sonra, bir eşeği ısırdı. Eşek dörtnala köye kadar gitti. Yakınımızda bir keçiyi ısırınca, babam eşekten indi. Eline bir taş alıp, köpeği kovdu. Köpek yanımızdan ayrıldı. Akşam eve geldiğimizde, eve yakın bir yere gelmiş, ayakta duruyordu. Bir sağına bir soluna bakıyor ama pek bir reaksiyon göstermiyordu. Biz de; çok yoruldu onun için hali yok dedik. Akşam yal verildi. Bir süre sonra annem baktı, köpek yok, yala da dokunmamıştı. Gece geç vakit dışarılara bir daha bakıldı. Köpek yoktu. Sabah kalktık bizim köpek yine yok. Köyün içine bakıldı. Komşulara soruldu. Kimse görmemişti. Bir gün sonra ilçeden gelen bir komşu köpeği ilçe merkezinde gördüğünü ve bir mandayı ısırdığını söyledi. İlçe merkezi köyümüze onbeş kilometre uzaktaydı. Oraya nasıl gittiği tartışıldı. Bir köylü; köpeğin bir arabanın arkasına takılıp kovaladığını, sonra da; araba yolundan devam edip gittiğini, gördüğünü söyledi. Bu köpek tilkilerin düşmanıydı. Kuduzun tilkiler arasında yaygın olabileceği bu nedenle bu köpeğin de kuduz olabileceği söylentileri dolaşıyordu.
Bizim Çalo bir hafta sonra akşam üzeri köye döndü. Amcamın evinin karşısında bir tarlaya geldi. Armut ağacının altıda durdu. Adım atacak hali yoktu. Açlıktan karnı sarkmış, kuyruğu bacaklarının arasında, kulakları düşmüş, başını yukarda tutamıyordu. Biz de; amcamın evindeydik. Babam ile amcam içeri girdiler. Babamın elinde av tüfeğiyle geri döndüler. Babam diz çöktü. Nişan alıp ateş etti. Köpekten ses bile çıkmadı. Oracıkta yere yığıldı. Götürüp gömdüler.
Biz tam kurtulduk diye sevinirken bir hafta sonra amcamın ısırılan tosunu delirdi. Köye öyle bir korku saldı ki; sormayın. Hayvan; önüne çıkan ve hareket eden her şeye saldırıyordu. Amcamın bir ineğini önüne katıp köyün dört bir yanını dolaştırdı. Köyün içinde ineği süserken ben ile küçük kardeşim Yusuf, sokaktaydık. Bize yaklaşmıştı. Yerimizde kuruduk kaldık. Adım bile atamadık. Şansımız yaver gitti. biraz ilerde hareket halindeki bir köylüyü gördü. Ona doğru saldırırken biz kurtulduk. O da; kucağındaki çalıları üzerine fırlatıp merdivenden ikinci kata doğru çıkarak canını kurtardı. Tosun yine ineği önüne katıp süserek köyün içine doğru gitti. Biz koşarak eve girdik. Çok korkmuştum. Gece yatarken ikide bir uyanıp anneme soruyordum.
-Ya tosun gelirse ne yaparız?
Annem;
-Kapı kilitli gelemez dedi.
-Ya pencereden gelirse, ne yaparız? Diye sorunca;
-Gelemez, haydi uyu artık diye bağırdı annem.
Tam üç gün bu kabus devam etti. Sonunda beraberindeki inekle birlikte amcamların davar ağılına girdi. Etrafına ip doladılar. Yere düşürüp ayaklarını bağladılar. Dedem evde yoktu. Ne yapılacağına o karar verecekti. Beklemeye başladılar. Ertesi gün dedem geldi. Evde toplanan büyükler kendi aralarında konuşurken biz çocuklar da onları dinliyorduk.
Karar açıklandı. Herkes eline yüzüne sarımsak sürecek. Tosun kesilip etinden bir miktar kediye yedirilecek. Kediye bir şey olmazsa; pişirilip yenecekti. Bıçaklar bilendi. Kesim için dışarı çıktık. Halamın kocası Hamit İlbay evinin avlusunda bir şeyler yapıyormuş. Dedemin elinde bıçakları görünce durumu anlamış olacak ki;
-Ne yapacaksın o bıçaklarla Mustafa amca? dedi.
Dedem kararını ona da anlattı.
Adam dehşetle bağırarak;
- Sen delirdin mi be adam? Bu tosun kuduz olmuş olabilir. Kediye yediriyorsun. Zehirlenme midir ki; kedi hemen ölsün. Seni şikayet ederim. Bütün aileni içeri atarlar. Önce rezil olur, sonra da hepiniz hastalıktan ölür gidersiniz, dedi.
Dedem durumun ciddiyetini anlamış olacak ki, kesmekten vazgeçti. Tosunu öldürüp, bir çift öküzün arkasına bağladılar. Sürüyüp götürdüler. Biz gidemedik. Suya attıklarını söylediler.
Cehalet insanın başına her şeyi getirebilir. Ya hamit İlbay olmasaydı ya da o anda bizi görmeseydi. Olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum. Allah rahmet eylesin Hamit enişte, sen olmasaydın belki de biz şimdi yaşamıyor olacaktık.
Ali Akdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder