23 Aralık 2010 Perşembe

Bisikletle Gelen Ölüm

    1967 yılının yaz aylarıydı. O yıl ilkokulu yeni bitirmiştik. Okuduğumuz okul; ilçe merkezinde yedi derslikli güzel bir okuldu. Okuyan öğrencilerin çoğu ya komşu, ya da; akraba çocukları olduğu için, herkes  birbirini tanıyordu.
    Arkadaşlarımızın bir kısmı; çarşıda kiraya verilen üç tekerlekli bisikletlere binip, bisiklet sürmeyi öğreniyordu. Benim param olmadığı için böyle bir şansım yoktu. Ailemde çocuk sayısı çoktu. Böyle şeyler için bize harçlık verilmezdi. Aslında hiç harçlık verilmezdi ya. Evden okula giderken beslenme için çantamıza; annemizin pişirdiği mayalı bazlama koyarlardı. Yavan ekmekle ne kadar beslenme olacaksa artık. Ama yapacak bir şey yoktu. Çünkü şartlar böyleydi. Bisiklete binenlere imrenerek bakardım. En güzel süren sınıf arkadaşım  Ahmet Alaca'ydı. Ahmet bisiklete binince uçuyordu sanki. Bazen akrobatik hareketler de yapıyordu. Onun gibi olmak isterdim. Bisiklet üzerinde cambazlık yapmamanın bu kadar tehlikeli olabileceği hiç aklıma gelmemişti.
      Bir gün babam çarşıdan geldi. Çok üzgündü. Etrafına toplanıp, neler olduğunu sorduk. Konuşmaya başlamadan önce bana uzun uzun baktıktan sonra;
     -Bugün çarşıda bir çocuk; bisikletle arabanın arkasından asılmış, giderken; birden ellerini bırakmış ve yola savrulmuş. Karşıdan gelen arabanın altında kalarak ezilmiş. Çocuk oracıkta can vermiş, dedi.
     O anda hemen aklıma Ahmet Alaca geldi. Ama donmuş kalmıştım. Kim olduğunu sormaya cesaret edemiyordum. Çünkü ahmet çok sevdiğim arkadaşlarımdan biriydi. Annem kim olduğunu sordu. Babam tekrar bana baktı ve;
      - Ahmet Alaca, dedi.
     İçim doldu. Ağlayamıyordum. Etrafıma boş, boş bakarken; ölüm nasıl gerçekleşir? Ölen kişi acı çeker mi? Ailesi buna nasıl katlanır? Buna benzer daha bir sürü soru sordum kendime. Cevabını o anda bilmediğim bu sorulardan sonra babama dönüp;
     -Peki ne yaptılar? Oradaki insanlar hiç mi bir şey yapamadı? dedim.
     Babam üzgün bir sesle;
     -İlk yetişenlerden biri Mustafa abisiymiş. Başını kucağına alıca, çocuk son nefesini vermiş, dedi.
      Kendi kendime mırıldanarak;
     -Ah  Ahmet; ne yaptın. Hani birlikte ortaokula başlayacaktık. Okuyup büyük adam olacaktık, dedim.
     Zeki bir çocuktu. Oniki, onüç yaşında sevdiğim bir arkadaşımı kaybetmenin acısını yaşamıştım o gün. Bu acının tarifi çok zordu. Bu olaydan sonra kendi kendime bir söz verdim. Bisikletten uzak duracaktım. Gerçekten de uzak durdum. Çocuklarıma da; belli bir yaşa kadar bisiklet almadım. 1992 yılında Mersin merkez Akbelen mahallesinde otururken; çocuklarımın, arkadaşlarından gördüğü bazı şeyleri istemelerine daha fazla dayanamadım. Çocuklar ortaokula başladıktan sonra bisiklet aldım. Onların bineceği güzergahı kendim belirledim. O güzergahın dışında binmelerine izin vermedim. Onların sayesinde ben de; otuzsekiz yaşında bisiklete binmeyi öğrendim. Merkeze yakın Karaisalı köyüne öğretmen olarak atanınca, bir süre okula bisikletle gittim. Dördüncü katta oturuyorduk. Her gün bisikleti sokağa indirip biniyorlar, sonra omuzlayıp yukarıya çıkarıyorlardı. Bu durum epey sürdü. Hevesleri geçince, bisiklet balkonda beklemeye başladı. Birgün bir alıcı çıkınca, sattım.
      Keşke Ahmet'in ailesi de; ana yolda bisiklete binmesine izin vermeseydi. Belki Ahmet bugün yaşıyor olacaktı.
                                                           Ali Akdoğan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder