14 Aralık 2010 Salı

Evden İlk Ayrılış

    Hani derler ya ana kuzusu. Aslında ilk başta herkes ana kuzudur. Kimi erken olgunlaşır. Kimi ömrünün sonuna kadar ana kuzusu kalmaya devam eder. Ben henüz onüç  ondört yaşındayken  evden ayrılmak zorunda kaldım. İşte o ilk ayrılığı asla unutamam. 
    Yatılı ortaokul sınavını kazanmıştım. İlgili belgeleri tamamlayıp babamla birlikte okula kayıt yaptırmaya Bigöl'e gittik. Bingöl Lisesi ortaokul ikici sınıfa kayıt yaptırdık. Okul yönetiminden bir görevli yanımızda, yatakhaneye gittik. Yatacağım ranza gösterildi. Yatak, battaniye, çarşaf, yastık aldık. Yatağı hazırladık. Babam yanımda olduğu için dünya umurumda değil. Çok rahatım. İşler tamamlandı ve babam eve dönmek üzere yanımdan ayrılırken sandım ki dünya karardı. Koca koğuş dar gelmeye başladı. Etrafıma baktım her şey yabancı. Herkes yabancı. Ne yapacağımı bilemedim. İlk defa; yabancıların olduğu bir ortamda yaşayacağımı, yemek yiyip uyuyacağımı düşündüm. Dünyam allak bullak odu.
     Akşam oldu etüt bitti. Yatakhaneye geldik. Herkes birbirini tanıyor, geç gittiğim için sadece daha önceden aynı ilçede birlikte okuduğumuz beş arkadaş var, onlardan da sadece birini tanıyorum. Şakalaşıp eğleniyorlar. Ben suskun, çekingen; elbiselerimi çıkarıp pijamalarımı giydim. Ranzalar iki katlı. Ben alt kattaki ranzama uzandım. Herkes konuşuyor, şakalaşıyor, fıkralar anlatıyor gülüyor.
      Ben; evi, annemi, babamı, kardeşlerimi düşünmeye başladım. Çok geçmeden lambalar söndü. Bir sessizlik kapladı ortalığı. Yatakta uyumadığım halde kendimi oynatmıyorum ki üst kattaki ranzada yatan rahatsız olmasın. Oysa o; yatakta öyle bir döndü ki ranzanın sallanmadık yeri kalmadı. Uykuya dalanların kimi horluyor. Kimi tısılıyor. Ben yatakta iki büklüm gözüme uyku girmiyor. Sabaha kadar uyuyamadım. Yatağın içinde kendi kendime;
    -Benim ne işim var burda? Kapımızın önünde okul vardı. Evde benim yiyecek ekmeğim mi yoktu? Yoksa annem, babam beni sevmiyor mu? Beni buraya gönderdiklerine göre sevmiyorlar demek ki, dedim.
     İçim doldu dokunsalar ağlayacağım. Sabah olur olmaz dokunaklı bir mektup yazmaya karar verdim. Sabah erkenden kalktım. Doğru etüt salonuna gittim. Defterimin ortasından çift yaprak çıkardım ve oturaklı bir mektup yazdım. Kurban bayramına da üç gün var. Mektubu postaya verdim. Okula geldim. Ertesi gün yatılı okuyan arkadaşlar idareden izin isteyip memleketlerine gitmeye başladılar. Ben de izin istedim. Okul müdürü;
     -Olmaz sen yeni geldin, dedi.
      Ama ben çantamı yinede hazırladım. İzin almasam da gitmeyi düşünüyordum. Müdürün odasına tekrar gittim.
      -Ama bütün arkadaşlar gitti, ben yalnız kaldım. Yalnız benim için yemek çıkar mı? dedim.
      Müdür durumu anladı, biraz düşündükten sonra bana da izin verdi. Hemen çantamı aldım ve giden arkadaşlarla birlikte memlekete gitmek üzere arabaya bindim. Otobüsle; Karakoçan Bingöl yol ayrımına kadar geldik. Yarım saat yaya yolculuktan sonra eve geldim.  Evdekiler beni görünce hem çok şaşırdılar, hem de sevindiler. Akşam babam işten geldi. Oda şaşırdı. Cebinden bir mektup çıkardı. Benim gönderdiğim mektup. Ben mektuptan önce eve gitmiştim. Gönderdiğim mektubu kendim okudum. Bana da sürpriz odu. Biraz güldük. Yazdığım bazı dokunaklı bölümler evdekileri hüzünlendirdi. Ama hoş bir ortam oldu.
      Karadeniz fıkrası gibi.  Düşündükçe gülüyorum o günkü halime. Kendi yazdığı mektubu yine kendisinin okuması belki de yalnız bana kısmet olmuştur.
                                                                        Ali Akdoğan
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder