1987 Yılının Kasım ayında, Mersin merkeze bağlı Aslanköy kasabasında İlkokul müdürü olarak görev yapıyordum. Elazığ'da oturan kayın biraderim Mehmet Ali'nin düğünü olacaktı. Ailece düğüne gitmek üzere hazırlıklarımızı yaptık ve yola çıktık.
Düğünde eğlendik akrabalarımızla hasret giderdik. Köyden gelin almak için Elazığ ili Palu ilçesi Karabörük köyüne giderken arabanın içinde şarkılar türküler söylendi. Kasetçalardan müzikler çalınıp, oyunlar oynandı. Gelin evinde yemekler yendi. Halaylar çekildi. O gece köyde yattık. Sabah çeyizler çıkarılıp arabaya yüklenirken gelin de hazırlandıktan sonra Elazığ'a geri döndük. Düğüne öğretmen evinin salonunda devam edildi. Atkı törenini ben yaptım. Acelemiz vardı. İzin sürem bitiyordu. Düğün sona ermek üzereyken biz vedalaşıp Mersin'e dönmek üzere otogara gittik. Gece saat on arabasıyla Elazığ'dan ayrıldık.
Yolculuk iyi başladı. Eşimle yanyana oturuyorduk. Çocuklar da kucağımızda. Malatya'ya yaklaştığımızda karnımda müthiş bir sancı başladı. Düğünde yenilen yemekler dokunmuş olacak ki; sancı giderek artıyordu. Yolda otobüsü durdurup ihtiyaç gidermek zorunda kaldım. Yola devam ettik. Kahramanmaraş'ta yolcuların bir kaçı indi. Bazı koltuklar boşalınca Sertaç İle ben arkada boşalan ikili bir yere geçip oturduk. Serkan ile annesi de yanyana oturdular. Nurdağı'nı geçince tekrar sancı başladı. Mersin'e daha çok vardı. Şöförden tekrar arabayı durdurmasını istemeye utanıyordum. Bütün yolcular mışıl mışıl uyurken, ben iki elim böğrümde karnımı bastırıyordum. Öyle daralmıştım ki; bir an önce bu yolculuğun bitmesi için dua ediyordum. Adana'nın Bahçe ilçesinden aşağıya doğru iniş iniyorduk. Sabaha karşı saat altı sularıydı. Ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Ara koridordan yola bakıyordum. Öyle daralmıştım ki, kulaklarım zonkluyordu. Birden içimden; yolculara bir şey olmadan şu arabanın başına bir iş gelse de, ben de ihtiyaç giderip rahatlasam diye bir düşünce geçirdim. Daha ne olduğunu anlamadan, birden araba bir sarsıntıyla yolun sağındaki şarampole düştü ve müthiş bir gürültü ve sarsıntıyla sürüklenmeye başladı. Otobüsün içi kapkaranlık oldu. Her zerresi zangır, zangır sarsılıyordu. İçerdekilerin bağırtısı, çığlıkları kulaklarımda uğuldarken sadece tavana bakabildim. Yanımda oturan çocuğumu bile tutamadım. Hayatım hızla gözlerimin önünden geçti. Kısık ve pişmanlık dolu bir sesle;
-Araba kesin uçtu. Bakalım ilk takla yere nerede vuracak. Daha çok genciz. Ailecek hepimiz arabanın içindeyiz. Evin anahtarını da yeni teslim almıştık. Ölüm geldi ya neden böyle erken geldi, dedim.
Bu düşüncelerle karmakarışık duygular içindeyken tam o sırasında arabanın şoförü arabayı terk etmek için yerinden kalktı ve sağdaki kapıya tekmeyle vurup atlarken araba yan devrildi ve toprakta sürtünmeye başladı. Arabanın içindekiler oraya buraya uçtu. Ortalık karıştı. Ben karşı taraftaki koltukların arasına düştüm. Sertaç ta benim üstüme. Araba toprakta sürünerek iki üç metre sonra durdu. İlk seslenişim, eşimden durumlarını sormak oldu. Onlardan; iyiyiz, bir şeyimiz yok cevabını alınca hemen toparlanıp ayağa fırladım. Açılacak kapıların ikisi de toprağa sıkışmıştı. Ön camı kırıp oradan aşağı atladım. İçerdekileri pencereden dışarıya aldık. Herkes iyiydi. Bir kaç kişide küçük sıyrıklar, bir iki kişide de küçük ezilmeler ve çizikler vardı. herkes şükrediyordu haline. Gerçekten ucuz atlatılmıştı.
Ne oldu? Araba nasıl durdu? soruları ortalıkta dolaşmaya başladı. Durumu görmek için Arabanın arka tarafına gittim. Meğer araba sağa kaçarken şarampole düşmüş. O mıntıkada, toprak yumuşak olduğundan yağmur suyu tahliyesi için yolun kenarına beton kanalet yapmışlar. Arabanın bir tekeri kanalın içinde diğer tekeri asfaltta olunca arka tekerler arasındaki defransiyel bloğu beton kanalın kenarına oturmuş ve oranın üzerinde sürtünürken fren görevi yapmış. O yüzden biz kazayı ucuz atlatmışız. Öyle olmasaymış on metre ileriden uçuruma yuvarlanırmışız ve kurtulan olmazmış. O beton kanal bizim yaşama şansımız olmuş.
Yoldan geçen arabalar durdu. Şoför atlarken arabanın altında kalmıştı. Otobüsü tekerlerinin üzerine doğrulttuk. Şoförü bir taksi ile hasta haneye gönderdik. Küçük oğlum Serkan; ayağında ayakkabı yok, çorapları kirlenmesin diye yere basmıyor ve ağlayarak arabanın içinden ayakkabılarını istiyordu. Kapı açılmıştı. İçerden ayakkabıları ve diğer eşyalarımızı aldım. Bagajı açtırıp valizlerimizi de aldıktan sonra kenarda beklerken birden sancı tekrar bastırdı. O zamana kadar ağrıyı sancıyı unutmuştum. Hemen kuytu bir yer bulup ihtiyaç giderdim. Yolun kenarında bekleyip gelen arabalarla otostop yaparak Adana'ya, oradan da Mersin'e geldik. Yaklaşık bir ay olayın şokundan çıkamadım. Fazladan yaşama şansı yakalamıştık. İnsan; yeniden dünyaya gelmiş gibi oluyor.
Bu olanlara bir anlam veremiyordum. Böyle bir düşünceyi içimden geçirdiğim için kendimi suçlamalı mıydım acaba?
Böyle bir kaza; elbette benim içimden geçirdiğim düşünceden dolayı olmamıştı. Ama yine de insanların başına kötü şeyler gelseydi, bunun bende yaratabileceği psikolojik yıkımı düşünmek bile istemiyorum.
Ali Akdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder