16 Ocak 2011 Pazar

Koca Pınarın İçilmez Suyu

   l983 yılının Ekim ayında  Mersin'in Mut ilçesi Ilıca köyü Çatakbağ mahallesinde öğretmen olarak göreve başladım. Okul yok. Lojman yok. Bin bir zorlukla toprak dam bir ev ve geçici bir okul yeri ayarlayıp ev eşyamı, eşimi ve çocuklarımı köye getirdim.  Eşyayı taşıyıp yerleştirdik. Artık yemek ve bulaşık için su gerekliydi.
    İlk gün eve su getirecek çareler ararken komşu evden eşek ve heybe aldım. Evde ne kadar  naylon bidon varsa heybenin içine doldurup, çeşmeye doğru yola çıktım. Kıvrılarak aşağıya doğru inen dar bir patikadan koca pınar dedikleri ve köylülerin içme suyu aldıkları çeşmeye geldim. Çeşme dediysem öyle yapılmış demir oluklu ve oluklarından su akan bir çeşme olarak düşünmeyin. Yerden güçlü bir şekilde fokurdayarak çıkan bir kaynak gözü. Çeşmeden  aşağıda sulanacak arazi var ama biraz yüksekte bulunan tarlalara da su çıksın diye bentle şişirip iyice göl haline getirmişler. Suya götürdükleri eşekler göletin içine girer girmez önce işiyor, sonrada sıçıyorlar. Suya giden kişi de aynı göletin içinden bidonlarını daldırarak suyunu dolduruyordu. Bazen su hafiften dalgalanır veya oynarsa, dibe tortuşmuş hayvan gübreleri suyun içinde sallanıp duruyordu. Böyle bir durumla karşılaşınca şok oldum. Önce suyu nereden dolduracağıma karar veremedim. Göletin etrafında bir tur döndüm. En temiz neresi olabilirdi? Sonunda zorunlu olarak suyun kaynadığı yerden doldurdum bidonları. Ama içime sinmiyordu. Çünkü su kimya laboratuvarlarında hazırlanan kültür suyundan farksızdı. Yola çıktık. Bir rampa tırmanıyoruz ki; bırakın elinizde su bidonu taşımayı, insan kendini bile zor taşıyor öyle bir rampada. Eşek önde ben arkada tepeye çıktık. Evlerin arasından geçerek eve kadar geldik. Yolda karşılaştığım köylüler;
    -O hocam, sen de su getirmeyi öğrendin. Yakında tam köylü olursun, dediler.
     Onların bu sözlerine ancak tebessüm edebiliyordum. Eve geldiğimde saate baktım, gidiş gelişimin üzerinden bir saate yakın bir zaman geçmiş.Heybeden bidonları çıkarıp kapının önünde yere dizdim. Hayvanı sahibine teslim edip geri geldiğimde sular içeri taşınmıştı. Suyun alındığı yerin durumunu eşime anlatamadım. Çünkü tiksinip içmekten ve yemek yapmaktan vaz geçer diye çekindim. Köyde başka nerede daha temiz su var onu da bilmiyordum. Ertesi gün okulda öğrencilere başka bir içme suyunun olup olmadığını sordum. Çok uzakta başka bir su olduğunu, ancak oradan her gün su getirmenin imkansız olduğunu söylediler. Tam bir çaresizlik içindeydim. Çok geçmeden köylüleri okula çağırıp bir toplantı yaptım. İçme suyunun kirli olduğunu, bu sudan insanlara hastalıklar bulaşabileceğini, en kısa zamanda buna bir çare bulmamız gerektiğini anlattım. Köylüler benim söylediklerime pek inanmadı. Mehmet Uğur söz istedi ve;
    -Hocam bizim su yer altından çok güçlü kaynıyor ve biz suyun kaynak gözünden  dolduruyoruz kaplarımızı. Sen de kaynaktan doldur. Hiç bir şey olmaz allahın izniyle, dedi.
    Ben işin bilimsel tarafını anlatmaya başladım. Suyun içinde gözle göremediğimiz bazı canlıların olduğunu, bu canlıların balık gibi suyun içinde hareket ettiğini ve her tarafa gidebildiklerini, dolayısıyla kaynağın gözünde de bu canlıların olabileceğini ve bu canlıların hastalık yapabileceğini söyleyince, hepsi bir ağızdan;
    -Yok artık hocam sen de söyleyecek başka bir şey bulamıyorsun suyumuzu kötülüyorsun. Köyü beğenmediğin için bahaneler uyduruyorsun, dediler. 
    Söylediklerimin hepsi doğruydu ama inandıramamıştım hiç birini. Ailem için önlem almalıydım. Bir hafta sonra ilçe merkezindeki sağlık ocağına gittim. Doktorla görüşüp durumu anlattım. Oradaki görevliler, poşet içinde kireç kaymağı ve bir enjektör verdiler. Eriyik hazırlayıp o eriyikten enjektörle bidonların içine ölçülü olarak karıştırıp dinlendirdikten sonra içebileceğimizi söylediler. Söylenenleri yapmaya başladım. Ama köylülerin kirli su içmesini önlemenin köy öğretmeni olarak sorumluluğum olduğunu düşünüyordum. Analiz için çevre sağlıktan yardım istedim. Köye aşı için gelen ekipten sağlık memuruna bu görev de verilmişti. Birlikte kocapınara gidip örnek alacaktık. Ekiple dolaşan ve yakın köylü olan bir sıhhiye karşı çıkarak;
    -Yahu ne yapacaksınız tahlili. Bırakın eski köye yeni adet getirmeyi, dedi.
    O anda çok sinirlendiğimi anımsıyorum. Adama bağırarak;
    -Sen ne diyorsun be adam? Madem bu düşüncedesin, niçin köyleri dolaşıp aşı yapıyorsunuz? Bırakın herkesi kendi haline. Kim nasıl ve ne zaman ölürse ölsün, dedim.
   Sağlık memuru;
    -Boş ver öğretmenim, sen onun dediklerine aldırma. Gidelim örnekleri alalım, dedi.
    Kaynağın gözünden kurallara uygun olarak alınan su örnekleri Anamur'a analize gönderildi. Sonuç; "%0,272 mikroorganizmalı, kesin içilmez, kaynağın üstünün çalılarla örtülerek kapatılması" olarak geldi. Haklı çıkmıştım Ama köylüler yine içmeye devam etti. Hatta bir gün suya gidiyordum. Koca pınar göletinin ortasında büyükçe bir taş vardı. Suya gidenler o taşın üstüne çıkıp bidonlarını kaynağın gözüne daldırarak doldururlardı. Köylülerden Mehmet Uğur o taşın üstüne çömelmiş, avuçlayarak su içerken, beni fark edememişti. Söylenmeye başladı;
    -Yahu arkadaş şu mübarek suya bak. Bu öğretmen nereden geldi bilmiyorum. Baş belası herif suya kirli diye diye bizi tiksindirdi. Ağız tadıyla kanan kana içiyorduk,  içemez olduk, dedi.
     Çeşmeye yaklaştığımı görünce, taşın üstünden kalktı. Hafif tebessüm ederek, mahcup bir biçimde yanımdan geçip gitti. köylüler rapor falan dinlemediler. İçmeye devam ettiler. Ben evimin suyunu hep kendim taşıdım. Akşam kireç kaymağı ile ilaçladım. Dinlendirdikten sonra içtik.
   O köyde kaldığımız üç yıl boyunca, ne kadar içilebilir evsafta olduğunu bilmeyerek ve hep şüphe ile, Koca Pınardan su içtik. Köye içme suyu getirilmesi yönünde yazışmalarım oldu. İlçe kaymakamıyla yüz yüze görüşmelerim oldu. Fakat başaramadan o köyden ayrıldım.
                                               Ali Akdoğan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder