Kadir henüz on dört yaşındaydı. İlkokulu bitirdikten sonra okula gönderilmemişti. Bulunduğu köyde sığırtmaçlık yapıyordu. Her gün sabah erkenden annesi uyandırırdı Kadir'i. Çünkü köy meydanında toplanan sığırlar onu bekliyordu.
Kadir yarı uyanık yarı uykulu önüne konan ekmekten lokmalar koparıp ağzına koyuyor, bir taraftan da kaseden yoğurt kaşıklıyordu. Bütün bunları yaparken bile gözleri uykudan açılmıyordu. Son bir çabayla gözlerini kocaman açtı. Ekmek çıkınını yerden alıp beline bağladı. Duvara yaslı sopasını aldı. Yarı uyuşuk bir halde kapıdan dışarıya attı kendini. Meydanda toplanan sığırlara doğru yürüdü. Durdu ve yüksek sesle bağırarak;
-Haydi komşular, sığırları süreceğim, dedi.
Biraz daha bekledi. Güneşin ilk ışıkları ufuktan ovaya yeni yeni süzülmeye başlamıştı. Önünde toplanan sığırları bir iki sopa hareketiyle yola çıkardı. Köyün güney yamacına doğru yürüdüler hep birlikte. Kadir hayvanları çok seviyordu. Ama yalnızlık çok canını sıkıyordu. Akşama kadar konuşacak, oynayacak bir arkadaş bulamamak onu çileden çıkarıyordu. Ama ailenin geçimine katkıda bulunmanın gururu ona haz veriyordu. Canı sıkılsa da bunları düşünüp mutlu oluyordu. Hele bazen öyle olaylar oluyordu ki saatlerce seyretse doyamıyordu. Kendi kafasında bazı oyunlar tasarlıyor ve hayvanların o oyunları oynadığını düşünüyordu.
İki tosunun kavgası veya iki eşeğin boğuşması Kadir için iki pehlivanın güreşmesinden farksızdı. At sineğinden huysuzlanıp koşmaya başlayan sığırları yüz metre koşan atletlere benzetir, yarışlarını ilgiyle izler, kazananı alkışlardı.
Ne kadar eğlenceli de olsa zaman zor geçiyordu. Kolunda saat olmadığı için gölgesini ayakla sayarak ölçüyor ve güneşin batıya dönüp gölgenin büyüdüğünü görmek Kadir'in en çok sevindiği saatler olurdu. Güneş batıya yaklaştıkça sevinci çoğalıyordu. Çünkü eve dönüş saati yaklaşıyordu. Güneş batıda ufuktan kaybolunca dünyalar onun olurdu. Hele bir de hayvanlar iyi doymuşsa büyükler ondan övgüyle söz edeceklerdi. Bunları düşündükçe sevinci bir kat daha artardı.
Nihayet o gün de akşam olmuştu. Sürü köye doğru yola koyuldu. Yamaçtan aşağı inerken bir kuş kadar hafiflemişti Kadir. Dağda yalnız geçecek günler sayılıydı ve onlardan bir tanesi daha bitmişti. Hayvanlar köyün içine dağıldı. Bir telaş başladı sokaklarda. Hayvan sahipleri hayvanlarını ayırıp evlerine götürüyordu.
Kadir görevini yüzünün akıyla yapmış olmanın gururu ile ve yaşına göre daha bir ağırbaşlılıkla eve doğru yürüdü. Kapının önünde duvara yasladı sopasını. Belinde bağlı olan ekmek çıkınını açtı
yere bıraktı. Kovadan bir tas su alıp içti. Çok yorulmuştu. Yan tarafta bulunan taşa usulca oturdu. Gözleri çevresinde babasını aradı, yoktu. Annesi sığırları yerine bağlamış ineklerden süt sağıyordu. Sarı inek kuyruğunu bir yelpaze gibi; bir sağa, bir sola sallarken arada bir Elif ananın suratına kırbaç gibi vuruyordu. Canı yanan kadın durup durup bağırıyor, ineğe verip veriştiriyordu. Bazen de canı çok yanınca hem ineği sağıyor hemde alttan, alttan yumruklayıp duruyordu. Kadir onları izlerken kendini gülmekten alamıyor, kahkahalar atıyordu.
Oturduğu taştan kalktı köy meydanında oynayan çocuklara doğru yürüdü. Onun da canı oynamak istiyordu. Çocuklar Kadir'in geldiğini görünce ona doğru döndüler. Tebessüm ederek onu karşıladılar. Hepsi çok heyecanlıydı. Duydukları olayı Kadir'e anlatmak istiyorlardı. En sabırsızı Cemal'di. Dayanamayıp;
-Duydun mu Kadir olanları? dedi
Kadir şaşkın bir tavırla;
-Yooo.. Neyi? dedi.
Cemal devam etti;
- Bugün Elazığ Kara yolları Bölge mutemedi Erol Erdem Elazığ'dan parayı almış Bingöl'ün Solhan ilçesinde çalışan yol işçilerine dağıtmak için Bingöl'e götürüyormuş. Sarıcan tepesine gelmişler. Orada arabayı durdurmuş. Arabadan indikten sonra silahını çekmiş ve havaya bir iki el ateş etmiş. Arabanın şoförü; Niye ateş ediyorsun? demiş. Erol da; Silahımı deniyorum demiş. O sırada taşların arasına gizlenmiş bir kaç terörist çıkmış. Şoförü bağlamışlar. Erol da onlarla birlikte kaçıp gitmiş, dedi.
Kadir heyecanla ve korkuyla;
-Sonra ne olmuş? Şoför ne yapmış? dedi
Cemal'ın sözünü kesen Hasan Devam etti.
- Şoför kendini çözmüş, gidip Karakoçan'da adliyeye teslim olmuş, dedi.
Kadir'in gözleri heyecandan fal taşı gibi açılmıştı. Olayı anlayamamanın sersemliği içindeydi. Anlatılanlar onu dehşete düşürmüştü.
-Çocuk başımla dağlarda sığır güdüyorum. Ya bir gün gelip beni de bağlasalar, hayvanları alıp götürseler, diye mırıldandı kendi kendine.
Küçük kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. Benzi sarardı. Gözleri karardı. Olduğu yerde dondu kaldı. Arkadaşları onu alıp evine götürdüler. Çok bitkin görünüyordu. Annesi yatağını serdi. Yatağa yatırdılar. Epey zaman sonra kendine geldi. Gözlerini açınca karşısında babasını, başucunda annesini gördü. Kalbi sevinçle ve cesaretle doldu. Heyecanla;
- Baba çocuklar bir şeyler anlattılar, doğru mu? Bir de sen anlatır mısın? dedi.
Babası;
-Anlatayım oğlum, dedi
Ve alıştıra alıştıra ve korkusuz bir dille anlattı olanları. Kadir durumu anlayınca şaşkınlığını üzerinden attı ve;
_Onlar da biliyor ki sürü benim değil, Ben bir çocuğum, onların çocuklarla işi yok değil mi baba? dedi.
Babası;
- Tabi oğlum korkmana hiç gerek yok, dedi.
Kadir'in evinde bunlar konuşulurken öte yandan adliyede şoförün sorgusu devam ediyordu. Şoförün ifadesinde bazı şüpheli noktalar vardı. Mesela şoför tarafındaki kapı camına sıkılan kurşun. Eğer şoför doğru söylüyorsa bu kurşunun mutlaka şoförün bir yerine isabet etmesi gerekirdi. Oysa şoförde en ufak bir çizik yoktu. Şoför yalan söylüyor olabilir düşüncesi ile göz altında tutuldu. Ancak şoför o gece bir yolunu bulup nezaretten kaçmış Elazığ'a kadar gitmeyi başarmıştı.
Sabah saat on sıralarında şehir içindeki yollarda bakım yapan kara yolları işçilerinden birisi bekleyen bir taksinin içinde oturan kişinin parayı çaldıran şoför olduğunu fark etti. Taksideki şoförün tedirgin davranışları gözden kaçmıyordu. Belli ki kaçacaktı. Onu gören işçi durumu arkadaşlarına anlattı ve onu izlemelerini tembih ettikten sonra kendisi hızla en yakındaki polis karakoluna gidip durumu bildirdi. Bir kaç dakika sonra polis ekibiyle geri döndü. Taksiyi saran polisler kaçak şoförü kıskıvrak yakaladılar ve Karakoça'a geri gönderdiler. Belli ki daha sıkı tutulması gerekiyordu. Bütün tedbirler alındı.
Kaymakam Nihat bey soruşturmayla bizzat ilgileniyordu. Ama aydınlatılması için zamana ihtiyaç vardı.
İlçede bir dedikodu furyası başladı.
Kimileri;
- Erol o paraya tenezzül etmez. Bunda bir iş var, diyordu.
Bazıları;
- Babası ağaydı zulüm yaptı oğlu daha büyüğünü yaptı. Lanet olsun bunların sülalesine diyordu.
Başkaları;
- Devlet babanın eli, kolu uzundur. Mutlaka yakalanıp cezasını çekecek, diyordu.
Bir diğerler;
- O para fakir fukaranın alın teridir kimsenin boğazından kolay kolay geçmez, diyordu.
Bu konuşmalar uzadıkça uzadı. Çoğaldıkça çoğaldı. Kimileri Erol'u övüp göklere çıkarıyor, bazıları da yererek yerin dibine geçiriyordu. Gıyabında konuşmak kolaydı çünkü. Bir taraftan da aramalara devam ediliyordu.
Kadir için korkulu günler başlamıştı. O küçücük kafasının içinde bin türlü fikir dolaşıyordu. Ama korkunun ecele faydasının olmadığını o da biliyordu. Üzerine aldığı görevi sonuna kadar yerine getirecekti. Sabah erkenden hayvanları meraya sürüyor, akşam eve getiriyordu. Günler biraz daha sıkıcı olmaya başlamıştı.
Yine sıcak bir Temmuz günüydü. Henüz güneş doğmamıştı.Dışarıda tatlı bir esinti vardı. Sığırlar köy meydanına birer ikişer toplanmaya başlamıştı. Kadir'in annesi oğlunu uyandırmak için hayli çaba harcadı. Çocuk uyandı. Yatağın içinde bir müddet oturdu. Uyku çok tatlı geliyordu. Canı yataktan çıkmak istemiyordu. Tekrar uzanıp yatağa, yorganı kafasına örttü. Kimselerin sesini duymak istemiyordu belli ki. Annesinin sesi yine odada çınladı. Biraz öfkeli ve daha yüksek bir tonda;
-Kalk sana a oğlum. Niye mızmızlanıyorsun? İşin seni bekliyor, dedi.
Kadir yeniden yorganı attı üstünden çaresizlik içinde gömleğini aldı, kollarını uyuşuk uyuşuk taktı. Pantolonunu aldı, ayağının birini taktı, ikinci ayağını takarken yanlışlıkla aynı paçaya takmıştı. Tökezleyip düştü. Bu düşmenin sonucunda uykusu açıldı. Pantolonu düzeltip giydikten sonra Mutfağa geçti. Zaten evleri bir oda, bir mutfak bir de ara holden oluşuyordu. Annesi sofrayı hazırlamıştı. Kadir sofraya baktı . Daha oturmadan iştahı kaçtı. Sofrada biraz ekmek ve bir tabakta kaymak vardı. Ekmek soğuk, kaymak soğuk, onun canı bir bardak da olsa çay istemişti. Ama artık çok geç olduğunu biliyordu. Olanla karnını doyurdu. Yerden ekmek çıkınını aldı beline bağladı. Sopasını aldı, kapıdan çıktı. Köy meydanına yürürken nedense o gün bir hafiflik vardı içinde. Buna bir anlam veremiyordu. Meydanda toplanan hayvanları sürmeye başladı.
Güneşin ilk ışıkları tepelerin arasından ovaya iplik iplik süzülüyordu. Her şey güzel görünüyordu. Sürünün en hantal sığırları canlanmıştı o gün sanki. İçindeki bu dolu dizgin sevincin sebebini yol boyunca düşündü, ama bir anlam veremiyordu. Yayılım yerine gelinmişti. Hayvanlar yayılmaya başlamıştı. Kadir de yüksekçe bir taşın üzerine çıkıp oturmuş etrafı izliyor, bir taraftan da bildiği türkülerden birini mırıldanıyordu. Zaman epey ilerlemiş öğlen olmak üzereydi. Sabahki o tatlı esintiden eser kalmamıştı. Bir sıcak bastırmıştı ki ortalık kavruluyordu. Kadir etrafa göz gezdirirken birden gözü bir taş yığınına takıldı. Taş yığının arasına kara sinekler hızla girip çıkıyorlardı. Kalabalık bir sinek kümesi durmadan vızıldayıp taş yığına girip çıkıyor.
-Bu hayra alamet değil, dedi Kadir kendi kendine.
Taş yığınına usulca yaklaştı. Eğilip taşların arasından içeriye doğru bakınca, Tüyleri ürperdi. Gözlerine inanamadı.Geri çekildi. Bu bir rüya mı yoksa deyip kendini yokladı. Yok rüya değildi. Cesaretini topladıktan sonra eğilip bir daha dikkatlice baktı. Yanılmıyordu.Bir insan kolu dirsekten ilerisi görünüyor, etleri çürümeye başlamış, çevreye müthiş bir koku yayılıyor. Korktu hızla geri çekildi. Ne yapacağına bir süre karar veremedi. Şok olmuştu. Bir süre sonra kendisini toparlayıp bir plan yaptı. Hayvanları köyün yakınına tarlalara sürdü. Babasına seslenip yanına gelmesini istedi. Kadir gördüklerini heyecanla bir nefeste babasına anlattı. Babası duyduklarının doğruluğunu test etmek için oğluyla olay yerine gitti. Durumu kendi gözleriyle gördükten sonra çocuğa korkmaması için nasihalarda bulundu. Daha sonra köye dönüp muhtarı buldu. Gördüklerini anlattı. Kadirin babası ile köy muhtarı ilçenin yolunu tuttular. İlk olarak kaymakam Nihat beyi bulup durumu anlattılar. Kaymakam gerekli birimleri haberdar edip ilgililer ile olay yerine gittiler.
Herkes çok heyecanlıydı. Taşlar tek, tek kaldırıldı. Elbiseleri ile birlikte bir battaniyeye sarılmış bir erkek cesedi. Üstüne mazot dökülmüş, cesedin yanması için ayak ucuna da bir kutu kibrit yakılarak bırakılmış. Ancak yanma işi gerçekleşmemiş. Cesette yapılan teferruatlı incelemede; ağzının içinden tek el ateş edilmiş kurşun başının arkasına doğru işlemiş bir kurşun yarası vardı. İlk akla gelen Erol oldu. Çünkü yakın zamanda olan tek olaydı. Hemen kız kardeşi teşhis için olay yerine çağrıldı. kadın ilçe merkezinde oturuyordu. Kısa sürede olay yerine geldi. Ağabeyini dişlerinden teşhis etti. Ancak daha emin olmak için elbiselerini inceledi. Kolunu kaldırdı. Koltuk altına mazot geçmediği için gömleğin rengi de değişmemişti. O gün üzerinde olan gömlek renginden de teşhis etti. Kadıncağız ağlayamıyordu. Çünkü olayın üzerinden bir aya yakın zaman geçmişti. Ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Ayağa kalktı. Etrafına bakındı. Kaymakam Nihat beye doğru yürüdü. Boynuna sarılıp hıçkırarak;
-Ağabeyimin katillerini bulun, hesap sorun. O bunları hak etmedi kaymakam bey, diyebildi.
Gelen yetkililer cesedi alıp ilçeye döndüler. İlçede üst düzey bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda stratejik plan hazırlandı ve işe başlandı.
Olayın düğümünü çözecek kişi şoför Ramazan arabaya bindirildi. Toplantıya katılan ve soruşturmayla ilgili bütün kişiler de arabaya bindi. Elazığ'a duruşmaya götürüyoruz deyip ramazanı da aldılar arabaya. Olay yeri Elazığ Karakoçan arasında Yeniköy'ün üst tarafında Bağlı ağaç denilen mıntıkadaydı. Asfalttan bakılınca taş yığını görünüyordu. Araba olay yerinden geçerken Ramazan'ın davranışları yakından göz hapsinde izlenecekti. Söylenenler yapıldı. Tam olay yerinden geçerken Ramazanın tedirgin davranışları dikkat çekti. Taş yığınına doğru bakarken gözleri dolu dolu oldu. Sanki orada bir ceset var der gibiydi bakışları.
Hemen araba durduruldu. Herkes arabadan indi. Ramazan inmek istemedi. Onu da indirdiler arabadan. Olayı anlatmasını istendiler. Bir iki yok moktan sonra Kaymakam devreye girdi ve;
- Bak beyim biz cesedi bulduk her şeyi çözdük istersen daha fazla çabalama, söylediklerin aleyhine olur. Paşa paşa doğruları anlat, dedi.
Sorulan küçük sorulardan sonra Ramazan taş yığınına doğru bir daha baktı. Taşların kaldırıldığını görünce işin ciddiyetini anladı ve başladı anlatmaya;
-Erol Kara yollarının mutemedi idi. Bingöl'ün Solhan ilçesinde çalışan işçilerin maaşını götürecekti. Benim bundan haberim vardı Kendi köylüm Mustafa ile plan yaptık. Arabayla gelecektik. Yukarı ovacık köyünde Mustafa'yı yol kenarından alacaktım. Yolun uygun bir yerinde Erolu halledecektik. Paraları alıp gidecektik. Plan doğru işledi. Elazığ'dan Erol ile birlikte yanımızda parayla yola çıktık. Karakoçan'a bağlı Yukarıovacık köyüne geldik. Mustafa yol kenarında el kaldırdı. Ben onu almak için yavaşladım. Erol; kimseyi alma, ortam kötü, yanımızda para var diye beni uyardı. Ama ben; bir şey olmaz dedim. Mustafa'yı aldıktan sonra buraya geldik. Arabayı durdurduk. Erol şüphelendi ama fırsat vermeden onu silah zoruyla arabadan indirdik. Şu görünen Yeniköy çok yakındı ses duyulmasın diye Mustafa silahı ağzına sokup bir el ateş etti. Cesedi arabadan aldığımız battaniyenin içine sardık. Şu taşların olduğu yere yatırdık. Arabanın yedeğinden aldığımız bir bidon mazotu üstüne döktük. Bir kutu kibriti yakıp ayak ucuna bıraktık. Şansızlık kibrit sönmüş. Yansaydı bütün bunlar olmazdı, dedi ve yutkundu. Etrafına uzun uzun bakındıktan sonra devam etti.
- Sonra arabaya bindik. On kilometre daha gittik. Orada arabayı durdurduk. Mustafa ön kapı camına bir el ateş etti. Ben Mustafa'yı ve arabayı orada bıraktım Karakoçan'a geldim. Sonrasını biliyorsunuz. Mustafa nereye gitti bilmiyorum. Paraları o götürdü dedi.
Bunları anlattıktan sonra yüzünde bir rahatlama belirmişti Ramazan'ın. Büyük bir yükten kurtulmuş gibiydi.
Oraya gelenler aradıklarını bulmuşlardı. Onlar da rahatlamıştı. Çünkü karanlık bir olay aydınlanmıştı. Tabi bu olayın aydınlanmasında çoban Kadir'in dikkatli davranışını da unutmamak gerekir. Kaymakam Nihat bey Kadir'i unutmadı. Ona da teşekkür ettikten sonra ilçeye döndüler. Ramazan bu itiraflardan sonra tutuklandı. Asıl suçlu Mustafa yakalanmamıştı. Çalışmalar başlatıldı. Birtakım araştırmalardan sonra Mustafa'nın da izi bulundu. Bingöl merkezde oturuyordu. Adres öğrenildi. İlgililer ile temas kuruldu. Yakalanması için ekip kuruldu. Ekibin başında yine Kaymakam Nihat bey vardı. Sabahın erken saatinde ev sarıldı. Kapıyı polis memurları çaldı. İçerden gür ama tedirgin bir ses;
- Kim o... dedi
Polis karalı bir sesle;
- Aç polis dedi.
İçerdeki ses;
- Benim polislik ne işim olabilir ki? dedi.
Pijamalı, sarışın, kısa boylu, tıknaz bir adam kapıyı açtı. Kapının ortasına durdu. Polisler geçmek istedi, adam müsaade etmiyordu. Tam o sırada polis ani bir hareketle bunu yakalayıp ellerini arkadan kelepçeledi. Evin içinde aramalara başladılar. İlk göze çarpan adamın hanımları oldu. İki evliydi. Evin içi çocuk kaynıyordu. Her bir hanımdan beş altı çocuğu vardı. Masanın altında para demetleri, karyolanın yatağı kaldırıldı. Yatağın altına serilmiş demet, demet paralar. Yastığın altından iki tane pasaport çıktı. Bu pasaportlardan birisi kendi adına, diğeri ise küçük hanımının adına alınmış ve bu pasaportlar ile hac ziyareti yapılacakmış. Ayrıca dokuz milimetre çapında on dörtlü tabanca bulundu. Gasp ettikleri paranın tamamı dokuzyüzellibin lira. bu paradan harcanan toplam para otuzbeşbin lira. Geri kalan para yakalandı. Toplanan kanıtlar ile birlikte Mustafa adliyeye teslim edildi. Mustafa da tutuklanarak ceza evine konuldu. Bu olay 1976 yılının Temmuzu'nda meydana gelmişti.
Olaylar hakında konuşmadan önce bekleyip görmek ve doğru değerlendirmede bulunmak için zamana ihtiyacımızın olduğunu unutmayalım. Acele edersek yanlış yargılara varabiliriz.
Ali Akdoğan