"Komşu komşunun külüne muhtaçtır." özdeyişi artık önemini yitirmek üzeredir. Artık doğal gaz, klima, elektrik sobaları var. Ortada ne kül kaldı ne de komşuluk. İnsanlar dünyalarını küçültmeyi, çevrelerine daha küçük pencereden bakmayı yeğliyor.
"Gemisini kurtaran kaptan." özdeyişi daha revaçta. Sokakta karşılaşan komşular birbirlerine selam vermemek için yönlerini değiştiriyor, yüz yüze bakmamaya gayret ediyor. Aynı apartmanda oturanlar birbirlerine güler yüzle günaydın demeye neredeyse para ister oldular. Liberal ekonominin ülkemiz geleneklerine kattığı çok büyük bir yenilik. Tabi işin şakası bu ama gerçekten insanlar birbirine güven duymuyor. Yardımlaşma, acıları ve seviçnleri paylaşma alışkanlıkları hızla terk ediliyor. Caddede yürüyen güler yüzlü insanlar yerini; gergin, somurtkan, çevresine şüpheyle bakan insanlara bırakıyor. Vitrin seyreden ve zevk için dolaşan insanlar yerine, kafasının içinde uğrayacağı yerleri önceden planlamış ve belli bir hedefe hızla yürüyen, yolda yürürken kendi kedine konuşan, iki üç adım attıktan sonra ayağının birini hızla yere vurup istasyon yapan ve el-kol hareketleri yaparak konuşan, sonra tekrar yoluna devam eden insanların sayısı hızla artıyor. Toplumun psikolojisi hızla bozulma sinyalleri veriyor.
Ülkeyi yönetenlerin veya yönetmeye talip olanların bu durumları görüp çareler üretmesine şiddetle ihtiyaç vardır.
Ali Akdoğan
28 Kasım 2010 Pazar
27 Kasım 2010 Cumartesi
Görünmez Kaza
Bugün zeytin pazarına salamura yapmak için yeşil zeytin almaya gitmiştik. Ben satıcıya biraz takılayım derken terazinin sandığın üzerinden devrilip düşeceğini hesap edemedim. Tam lafın en matrak yerinde, kasa mı oynadı? Biz mi çarptık? bilemedim. Yarım metre yüksekten ayağıma iki tane beş kilo teraziyle birlikte düştü çok canım yandı. Görünmez kaza işte. Hani tahmin edilmez ya başımıza gelen şeyler. İşte öyle bir şey.
Ben can derdindeyim, satıcı hala sandığın dibinde kalan iki kilo kadar zeytini bana satmaya çalışıyor. Adamın umurunda değil. O haldeyken bile erkeliğe halel getirmedim. Yarı topal, yarı düz yürüyerek arabaya kadar geldik. Karım ayağıma bir baktı. Aman Allah korumuş, kırılabilirdi, verilmiş sadakamız varmış, bir şey yok, biraz şişmiş, biraz da morarmış, hafiften değmiş herhalde dedi. Moralim iyi, ben de bozuntuya vermedim. Aslında çok ağrıyordu ama, hafif ağrıyor dedim.
Arabaya bindik epey bir dolaştık. Başka alışverişler yaptık. Sokakta epey bir mesafe yaya yürüdük. Topal ayakla; bir sitede satılık bir ev bakmaya gittik. Merdiven çıktım, indim. Ama ağrı azalsa da, rahatsız edici bir acı var ayak bileğimde. Şu anda bu yazıyı yazarken ayak bileğimi bir ağrı matkap gibi yavaştan, yavaştan oyuyor.
Gerçekten ucuz atlattık. Çok daha kötü şeyler olabilir, ayak tarağı kırılabilirdi. sağlık olsun bunu da atlatırız.
Ali Akdoğan
Ben can derdindeyim, satıcı hala sandığın dibinde kalan iki kilo kadar zeytini bana satmaya çalışıyor. Adamın umurunda değil. O haldeyken bile erkeliğe halel getirmedim. Yarı topal, yarı düz yürüyerek arabaya kadar geldik. Karım ayağıma bir baktı. Aman Allah korumuş, kırılabilirdi, verilmiş sadakamız varmış, bir şey yok, biraz şişmiş, biraz da morarmış, hafiften değmiş herhalde dedi. Moralim iyi, ben de bozuntuya vermedim. Aslında çok ağrıyordu ama, hafif ağrıyor dedim.
Arabaya bindik epey bir dolaştık. Başka alışverişler yaptık. Sokakta epey bir mesafe yaya yürüdük. Topal ayakla; bir sitede satılık bir ev bakmaya gittik. Merdiven çıktım, indim. Ama ağrı azalsa da, rahatsız edici bir acı var ayak bileğimde. Şu anda bu yazıyı yazarken ayak bileğimi bir ağrı matkap gibi yavaştan, yavaştan oyuyor.
Gerçekten ucuz atlattık. Çok daha kötü şeyler olabilir, ayak tarağı kırılabilirdi. sağlık olsun bunu da atlatırız.
Ali Akdoğan
25 Kasım 2010 Perşembe
TELEFON VE GÜNLÜK YAŞAM
Çağın teknolojik gelişmesi toplumun yaşantısında olumlu ve olumsuz değişiklikler yaratmıştır. İnsan oğlu yarattığı oyuncakların zamanı gelmiş kölesi, bazende oyuncağı olmuştur. Bu oyuncakları kontrol edeyim derken kendisi fark etmeden onların kontrolüne girmiştir.
İşte telefonda bu oyuncaklardan birisi. İlk icadında gerçekten insanların hayatını inanılmaz derecede kolaylaştırmıştır. Haberleşme kadar hayati bir meseleyi basite indirgemiş, uzakları yakın etmiştir. Fakat zamanla insanlar bunu o kadar abartmışlar ki; arabada, sofrada, yatakta, tuvalette hatta banyoda bile yanlarından ayıramaz olmuşlar. En olmadık zamanlarda çalıyor ve cevaplamayan zor durumda kalıyor. Arayan; aradığına ulaşamayınca inanılmaz endişeler yaşamaya başlıyor, acaba başına bir şey mi geldi? Eğer sevgilisi ise; acaba başka bir sevgilisiyle mi beraber? Beni aldatıyor mu? gibi olmadık kuruntulara, hatta ruh sağlığının bozulasına kadar varan travmatik durumlara neden oluyor. İnsanlar bu yolla birbirlerinin hayatını çekilmez, içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Kıskançlıklar arttıkça; insanlar bazı şeyleri yapmayı hak olarak gördükleri için, boşanmalar , aldatmalar çoğalıyor. Aileler parçalanıyor. Çocuklar annesiz babasız kalıyor.
Telefonu icat eden, bunların olabileceğini elbette bilemezdi. Amma biz telefonu amacına uygun kullanmayı başarabiliriz. Gelin telefonu sadece çok önemsediğimiz, gerçekten haberleşme için kullanalım. Birbirimizin hayatını zehir etmek kimseye bir şey kazandırmaz.
Ali Akdoğan
İşte telefonda bu oyuncaklardan birisi. İlk icadında gerçekten insanların hayatını inanılmaz derecede kolaylaştırmıştır. Haberleşme kadar hayati bir meseleyi basite indirgemiş, uzakları yakın etmiştir. Fakat zamanla insanlar bunu o kadar abartmışlar ki; arabada, sofrada, yatakta, tuvalette hatta banyoda bile yanlarından ayıramaz olmuşlar. En olmadık zamanlarda çalıyor ve cevaplamayan zor durumda kalıyor. Arayan; aradığına ulaşamayınca inanılmaz endişeler yaşamaya başlıyor, acaba başına bir şey mi geldi? Eğer sevgilisi ise; acaba başka bir sevgilisiyle mi beraber? Beni aldatıyor mu? gibi olmadık kuruntulara, hatta ruh sağlığının bozulasına kadar varan travmatik durumlara neden oluyor. İnsanlar bu yolla birbirlerinin hayatını çekilmez, içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Kıskançlıklar arttıkça; insanlar bazı şeyleri yapmayı hak olarak gördükleri için, boşanmalar , aldatmalar çoğalıyor. Aileler parçalanıyor. Çocuklar annesiz babasız kalıyor.
Telefonu icat eden, bunların olabileceğini elbette bilemezdi. Amma biz telefonu amacına uygun kullanmayı başarabiliriz. Gelin telefonu sadece çok önemsediğimiz, gerçekten haberleşme için kullanalım. Birbirimizin hayatını zehir etmek kimseye bir şey kazandırmaz.
Ali Akdoğan
RUH VE BEDEN İLİŞKİSİ
İkisinin beraberlikleri eşit şartlarda kurulmamıştır. Beden ruha muhtaçtır. Ruh; bunu bildiği için bu muhtaçlığı kendi lehine kullanır. Beden ruhu hoş tutmak için çok çaba gösterir. Oysa ruh bencildir. Sürekli bedeni terk etme tehdidi altında tutar. Bu mücadele hayat boyunca devam eder.
Ruh bedene darılmaya görsün. Beden bir çok çileye katlanır. Beslenmek için birçok çilelere katlanır, mutlu edemezse ilaçlara baş vurur. Hatta orasına burasına ameliyatlarla operasyonlar yapılır, bunlara da katlanır. İkna çabalarına devam eder. Günlerce yatakta yatmayı kabul eder. Tek amaç ruhu ikna etmek ve mutlu etmek. Fakat ruh bencildir. Bir gitmeye karar vermesin. Bedenin yaptıklarını görmezden gelir. Bedenin ikna çabaları sonuçsuz kalınca ruh bedeni terk eder.
Ölüm; ruh ile bedenin ayrılması, birbirlerinden boşanmasıdır.
Ali Akdoğan
Ruh bedene darılmaya görsün. Beden bir çok çileye katlanır. Beslenmek için birçok çilelere katlanır, mutlu edemezse ilaçlara baş vurur. Hatta orasına burasına ameliyatlarla operasyonlar yapılır, bunlara da katlanır. İkna çabalarına devam eder. Günlerce yatakta yatmayı kabul eder. Tek amaç ruhu ikna etmek ve mutlu etmek. Fakat ruh bencildir. Bir gitmeye karar vermesin. Bedenin yaptıklarını görmezden gelir. Bedenin ikna çabaları sonuçsuz kalınca ruh bedeni terk eder.
Ölüm; ruh ile bedenin ayrılması, birbirlerinden boşanmasıdır.
Ali Akdoğan
24 Kasım 2010 Çarşamba
DÜNYA VATANDAŞI OLMAK
Bana göre bir çocuğun nerede dünyaya geldiğinin bir önemi yok. Çünkü hiç kimse dünyaya geleceği yeri seçme hakına sahip değil. Anne ve babası nerede yaşıyorsa orada dünyaya geliyor ve bu durum hiç kimse için ne avantaj, ne de dezavantajdır. Konuştuğu dil ve inancı da bir çocuğun tercihiyle oluşan bir durum değil.
Benim anlayışıma göre yukarıda sayılan durumlar bir kişinin varlığını devam ettirmesi için mutlaka çok gereklidir. Ama dünya vatandaşı olmak için bunlar yeterli değildir. Dünya toplumunun kabul ettiği değer yargılarına uyumu, komşu hakkına saygı, arkadaşına karşı davranışları, empati kurabilme gibi değerleri özümsemek daha çok önem kazanıyor.
Doğduğu yere, konuştuğu dile veya inancına göre insanları kategorize edip; şu dili konuşan daha üstün, şu inançta olan daha üstün, şurada doğan daha iyi insandır demek kadar yanlış bir yaklaşım olamaz. Nerede doğarsa doğsun, hangi dili konuşursa konuşsun, hangi inançta olursa olsun; kişilerin yanlış davranışları olduğunda kötü, iyi davranışı olduğunda iyi değerlendirmesi yaparak insanlara doğru bir gözle bakarsak işte o zaman dünya vatandaşı oluruz. Birlikte yaşadığımız kişileri de dünya vatandaşı standartlarına doğru çekmiş oluruz.
Bizi yönetenlerin, eşimizin, sevgilimizin, patronumuzun ve hepimizin dünyaya bu gözle baktığı günleri yurdumda yaşamanın çok da zor ve uzak olmadığını düşünüyorum. Ülkemde barış ve kardeşliğin bu temelde kurulacağına ve yükseleceğine inanıyorum.
Ali Akdoğan
Benim anlayışıma göre yukarıda sayılan durumlar bir kişinin varlığını devam ettirmesi için mutlaka çok gereklidir. Ama dünya vatandaşı olmak için bunlar yeterli değildir. Dünya toplumunun kabul ettiği değer yargılarına uyumu, komşu hakkına saygı, arkadaşına karşı davranışları, empati kurabilme gibi değerleri özümsemek daha çok önem kazanıyor.
Doğduğu yere, konuştuğu dile veya inancına göre insanları kategorize edip; şu dili konuşan daha üstün, şu inançta olan daha üstün, şurada doğan daha iyi insandır demek kadar yanlış bir yaklaşım olamaz. Nerede doğarsa doğsun, hangi dili konuşursa konuşsun, hangi inançta olursa olsun; kişilerin yanlış davranışları olduğunda kötü, iyi davranışı olduğunda iyi değerlendirmesi yaparak insanlara doğru bir gözle bakarsak işte o zaman dünya vatandaşı oluruz. Birlikte yaşadığımız kişileri de dünya vatandaşı standartlarına doğru çekmiş oluruz.
Bizi yönetenlerin, eşimizin, sevgilimizin, patronumuzun ve hepimizin dünyaya bu gözle baktığı günleri yurdumda yaşamanın çok da zor ve uzak olmadığını düşünüyorum. Ülkemde barış ve kardeşliğin bu temelde kurulacağına ve yükseleceğine inanıyorum.
Ali Akdoğan
20 Kasım 2010 Cumartesi
Bayram İzlenimleri
2010 yılının Kasım ayında kurban bayramı hazırlıkları var. Hava çok güzel. Bu gün 14 Kasım Pazar Serkan (küçük oğlum) bugün sabah istantanbul'dan geldi. Sertaç'ı bekliyoruz.
Sertaç (büyük oğlum) pazartesi günü gece saat 23.00 da Ankara'dan geldi . Evin içi zaten bayrama döndü. Bayramın birinci günü; arkadaşlarımız İsmail bey ve Mustafa bey aileleriyle ziyaretimize geldiler. Öğleden sonra Mersin merkeze bağlı Kerimler köyü mıntıkasına pikniğe gittik. Günümüz çok iyi geçti. Bütün aile bir aradaydık. Neredeyse bir yıl olmuştu böyle birlikte olmamıştık. Bazen insan böyle buluşmaları özlüyor.
İkinci gün, daha önce ilkokulunda yedi yıla yakın okul müdürü olarak görev yaptığım Aslanköy'e gittik. Oğullarım ilkokulu orada okumuştu. Onlar içinde bir anı tazelemesi oldu. Köyün okulunu ziyaret ettik. Okulun bahçesi plansız bir şekilde, birazda hoyratça irili ufaklı yapılar yapılarak görüntüsü kirletilmiş. Bu durum bizi çok üzdü. Oysa okulun çok güzel bahçesi ve fidanlığı vardı. Köyde yapılan sulama göletini uzaktan da olsa izledik. Güzel bir görüntü oluşmuş. Köyde marketçilik yapan Yaşar Özalp'in babasının öldüğünü duyduk. Ona ve kardeşlerine başsağlığı diledik. Köyün içini dolaşırken emekli öğretmen Fatih Yıldıran'ın eşi bizi evine davet etti ve bize kahve ikram etti. Çok mutlu olduk. Bizim insanımızın kadirşinaslığını bir kez daha gördüm.
Akşam üzeri Aslanköy'den ayrıldık. Mersin'e kırk kilometre uzaklıkta, bir vadinin içine gizlenmiş harika manzarası olan Suntras köyünde bir alabalık tesisine geldik. Közde alabalık pişiriyorlar. Nefis bir balık ziyafeti. Gerçekten unutulmaz bir gün yaşadık.
Bayramın üçüncü günü Mut ilçesine bağlı Çatakbağ köyüne gittik. Mersine uzaklığı ikiyüzon kilometre. Üç saatlik yol. Arabayı Serkan kullandı. Göksu vadisi gerçekten büyüleyiciydi. Sonbaharın bütün renkleri doğayı süslüyordu. Yolun uzun olması bizi pek etkilemedi. Öğleden sonra saat 15.00 da köye vardık .Ben bu köyde 1983-1986 yılları arasında öğretmenlik yapmıştım. Aradan 27 yıl geçmesine rağmen köyde fazla bir şey değişmemişti. Sadece köye içme suyu gelmiş. Tabi bu çok büyük nimet. Ben orada çalıştığım yıllarda yarım saatlik yoldan eşek sırtında su getirip içiyorduk. O su da sağlıklı değildi. İçtiğimiz suyu Anamur'a tahlile gönderttim. Sonuç kesin içilmez (0,272 mikroorganizmalı ) gelmişti. Köye girişimizde köylülerden Mehmet Acar ve eşi bizi karşıladı. Etrafımızı çocuklar sardı. Köyün içine doğru ilerledik. Öğrencilerimi sordum çoğu evlenmiş çoluk çocuğa karışmışlardı. O sırada öğrencilerimden Kadir, köylülerden Mehmet Uğur ve hüseyin Acar ve eşi bizi karşıladı. Hüseyin'in ama doğan bir çocuğu vardı. Onu sordum. Yanımızdaymış, gösterdiler. Yirmibeş yaşında delikanlı olmuş. Su aldığımız çeşmenin durumunu görmek istediğimizi söyledik. Kadir bize rehberlik etti. Çeşmeyi uzaktan izledik. Üzerini betonla kapatmışlar ve suyunu borularla bahçelere sulama suyu olarak vermişler. Okul kapanmış. Öğrenciler taşımalı sistem kapsamında Yalnızcabağ köyüne gidiyor. Binbir emek ve çabayla yaptırdığımız okul ve lojman atıl durumda ve harabeye dönmüş. Bu bizi çok üzdü. Mehmet Acar'ın evinde çay ve yemek hazırlandı. Yemeğimizi yedik. Çayımızı içtik. Kadirin eşi Havva da benim öğrencim. Bize hizmet etti. Torun sahibi olmuşum da haberim yok diye espiri yaptım çocuklar çok mutlu oldular. Elma, üzüm, ceviz, nar ve nar ekşisinden oluşan bir hediye paketi yapmışlar. Onu da arabamıza koydular. Köyden saat l5.00 da ayrıldık. Eşim ve çocuklarım rüyada gibiydiler. ben de çok mutlu oldum. Eve geldiğimizde saat 20.30 olmuştu.
Bayramın dördüncü günü evde oturduk. Çocuklar dönüş hazırlılarına başladılar. Cumartesi günü ikisi de dönecek. Serkan akşam 20.30 da İstanbul'a, Sertaç gece saat 23.30 da Ankara'ya gidecek. Anneleri yolluk hazırlıyor. Hazırlanan ama sırası gelmediği için pişirilemeyen yemeklere üzülüyor. Çocuklar annelerini teselli ediyor.
Bugün Cumartesi. ayrılık vakti. Valizler hazırlanıyor. Hareket saati geldi. Önce Serkan'ı otogara götürdük. Onu yolculadık. Oradan bir arkadaş ziyaretine gittik. Saat 23.30 da da Sertaç'ı otogara götürüp yolculadık.
Bu bayram tam istediğimiz gibi geçti. Daha nice bayramlara...
Ali Akdoğan
Sertaç (büyük oğlum) pazartesi günü gece saat 23.00 da Ankara'dan geldi . Evin içi zaten bayrama döndü. Bayramın birinci günü; arkadaşlarımız İsmail bey ve Mustafa bey aileleriyle ziyaretimize geldiler. Öğleden sonra Mersin merkeze bağlı Kerimler köyü mıntıkasına pikniğe gittik. Günümüz çok iyi geçti. Bütün aile bir aradaydık. Neredeyse bir yıl olmuştu böyle birlikte olmamıştık. Bazen insan böyle buluşmaları özlüyor.
İkinci gün, daha önce ilkokulunda yedi yıla yakın okul müdürü olarak görev yaptığım Aslanköy'e gittik. Oğullarım ilkokulu orada okumuştu. Onlar içinde bir anı tazelemesi oldu. Köyün okulunu ziyaret ettik. Okulun bahçesi plansız bir şekilde, birazda hoyratça irili ufaklı yapılar yapılarak görüntüsü kirletilmiş. Bu durum bizi çok üzdü. Oysa okulun çok güzel bahçesi ve fidanlığı vardı. Köyde yapılan sulama göletini uzaktan da olsa izledik. Güzel bir görüntü oluşmuş. Köyde marketçilik yapan Yaşar Özalp'in babasının öldüğünü duyduk. Ona ve kardeşlerine başsağlığı diledik. Köyün içini dolaşırken emekli öğretmen Fatih Yıldıran'ın eşi bizi evine davet etti ve bize kahve ikram etti. Çok mutlu olduk. Bizim insanımızın kadirşinaslığını bir kez daha gördüm.
Akşam üzeri Aslanköy'den ayrıldık. Mersin'e kırk kilometre uzaklıkta, bir vadinin içine gizlenmiş harika manzarası olan Suntras köyünde bir alabalık tesisine geldik. Közde alabalık pişiriyorlar. Nefis bir balık ziyafeti. Gerçekten unutulmaz bir gün yaşadık.
Bayramın üçüncü günü Mut ilçesine bağlı Çatakbağ köyüne gittik. Mersine uzaklığı ikiyüzon kilometre. Üç saatlik yol. Arabayı Serkan kullandı. Göksu vadisi gerçekten büyüleyiciydi. Sonbaharın bütün renkleri doğayı süslüyordu. Yolun uzun olması bizi pek etkilemedi. Öğleden sonra saat 15.00 da köye vardık .Ben bu köyde 1983-1986 yılları arasında öğretmenlik yapmıştım. Aradan 27 yıl geçmesine rağmen köyde fazla bir şey değişmemişti. Sadece köye içme suyu gelmiş. Tabi bu çok büyük nimet. Ben orada çalıştığım yıllarda yarım saatlik yoldan eşek sırtında su getirip içiyorduk. O su da sağlıklı değildi. İçtiğimiz suyu Anamur'a tahlile gönderttim. Sonuç kesin içilmez (0,272 mikroorganizmalı ) gelmişti. Köye girişimizde köylülerden Mehmet Acar ve eşi bizi karşıladı. Etrafımızı çocuklar sardı. Köyün içine doğru ilerledik. Öğrencilerimi sordum çoğu evlenmiş çoluk çocuğa karışmışlardı. O sırada öğrencilerimden Kadir, köylülerden Mehmet Uğur ve hüseyin Acar ve eşi bizi karşıladı. Hüseyin'in ama doğan bir çocuğu vardı. Onu sordum. Yanımızdaymış, gösterdiler. Yirmibeş yaşında delikanlı olmuş. Su aldığımız çeşmenin durumunu görmek istediğimizi söyledik. Kadir bize rehberlik etti. Çeşmeyi uzaktan izledik. Üzerini betonla kapatmışlar ve suyunu borularla bahçelere sulama suyu olarak vermişler. Okul kapanmış. Öğrenciler taşımalı sistem kapsamında Yalnızcabağ köyüne gidiyor. Binbir emek ve çabayla yaptırdığımız okul ve lojman atıl durumda ve harabeye dönmüş. Bu bizi çok üzdü. Mehmet Acar'ın evinde çay ve yemek hazırlandı. Yemeğimizi yedik. Çayımızı içtik. Kadirin eşi Havva da benim öğrencim. Bize hizmet etti. Torun sahibi olmuşum da haberim yok diye espiri yaptım çocuklar çok mutlu oldular. Elma, üzüm, ceviz, nar ve nar ekşisinden oluşan bir hediye paketi yapmışlar. Onu da arabamıza koydular. Köyden saat l5.00 da ayrıldık. Eşim ve çocuklarım rüyada gibiydiler. ben de çok mutlu oldum. Eve geldiğimizde saat 20.30 olmuştu.
Bayramın dördüncü günü evde oturduk. Çocuklar dönüş hazırlılarına başladılar. Cumartesi günü ikisi de dönecek. Serkan akşam 20.30 da İstanbul'a, Sertaç gece saat 23.30 da Ankara'ya gidecek. Anneleri yolluk hazırlıyor. Hazırlanan ama sırası gelmediği için pişirilemeyen yemeklere üzülüyor. Çocuklar annelerini teselli ediyor.
Bugün Cumartesi. ayrılık vakti. Valizler hazırlanıyor. Hareket saati geldi. Önce Serkan'ı otogara götürdük. Onu yolculadık. Oradan bir arkadaş ziyaretine gittik. Saat 23.30 da da Sertaç'ı otogara götürüp yolculadık.
Bu bayram tam istediğimiz gibi geçti. Daha nice bayramlara...
Ali Akdoğan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)