25 Eylül 2016 Pazar

HAKKI KEDİNİN FERASETİ


   Bir çoğumuz kediye sadece bir hayvan güzüyle bakarız. Bir şeyi beceremez. Aklı ermez. Becerileri sınırlıdır, gibi düşünürüz. Ben bu yazımda durumun pek de öyle olmadığını sizlerin dikkatine sunmak istiyorum.
   Anadolu'nun uzak bir köyünde yaşayan Şemsettin amca ve eşi Cevriye hanın;  kendilerine ait köy evinde Hakkı adındaki kedileri ile birlikte yaşıyorlardı. Şemsettin amca Hakkı kediyi sevip okşadıkça, kedi mırıltılar çıkarıyor ve ona mutlu olduğunu hissettiriyordu. Sahibi de çok mutluydu. Onu evlatları gibi görüyorlardı. Mutlu mesut yaşayıp gidiyorlardı. Günler, aylar, yıllar böyle geçti.
   Ne oldu bilmiyorum. Ama  bir gün Cevriye hanım Hakkı'ya çok kızdı. Burnundan soluyordu. Sanırım Hakkı uygun olmayan ve evin hanımını çok kızdıracak bir yere tuvaletini yapmıştı. Cevriye hanım hemen Şemsettin amcayı bulup bağırmaya başladı.
   - Ben bu pis kediyi evde istemiyorum. Evin her yerini bok götürüyor. Bunun pisliğini temizlemekten helak oldum. Bir an önce bu kedi bu evden gidecek, dedi.
    Kocası çok şaşırmıştı. Kedi ilk defa böyle bir yanlış yapmıştı. Hani onu çocuklarının yerine koymuşlardı. İnsan çocuğunu hemen ilk yanlışından dolayı evden gönderir mi? diye düşündü ve;
   - Olur mu hanım? O bizim evladımız gibidir, evden nasıl gönderelim? Hem nereye götüreyim? Bu bir kedi, kolay kolay pes etmez. Yolu bulur tekrar gelir, dedi.
   Kadın göndermekte kararlıydı;
   - Ne gelmesi be. O bir hayvan değil mi? Yolu nereden bilecek, dedi.
   Şemsettin amca; kedilerin çok ferasetli hayvanlar olduğunu bir yerlerden duymuştu. Ama ne dediyse hanımına laf anlatamadı. Tam bir hafta evde kavga gürültü devam etti. Sonunda Şemsettin amca pes etti ve Hakkı paşayı evden götürmeye karar verdi. Kediyi kucağına alıp evden çıktı. Yol boyunca evladını evden uğurlar gibi, okşayarak, severek, hasret giderir gibi epey bir yol yürüdüler birlikte. Issız bir yere geldiler. Bir vadinin içinde dere kenarına bıraktı kediyi. Burada susuz da kalmaz, aç da. Kuş var. Böcek var. Avlanır, hayatına devam eder, Ben de özlersem gelir ziyaret ederim, dedi kendi kendine. İçi rahat bir şekilde oradan ayrıldı. Hakkı zaten çoktan ortalıktan kaybolmuştu.
   Şemsettin amca yaptığı işin doğru olmadığını yol boyunca düşünüp üzüldü. Bir taraftan da;  kedinin o ortamda hayatına devam edebileceğini düşünüp rahatladı. Akşama doğru yorgun argın eve dönen Şemsettin amca kapıdan girerken onu ara holde Hakkı kedi karşıladı. Ondan önce eve gelmişti. Karısı bağırmaya başladı;
   - Sen zaten baştan kediyi götürmek istemiyordun. Bana inat ediyorsun. Senin yanında bu kedi kadar değerim yok. Yazıklar olsun sana verdiğim ömrüme. İnsan karısını bir kediye değişir mi? dedi ve ağlamaya başladı.
   Şemsettin amca ne dediyse inandıramadı. Yorgunluğu da hiç hesaba alınmamıştı. Çok üzüldü ve;
   -Belli bu kedi bu evde kalırsa huzurumuz kalmayacak, dedi.
    Ertesi gün kediyi yine kucağına aldı. Bu sefer biraz hiddetlenmişti. Kediyi pek okşamadı. Bir an önce ondan kurtulmak istiyordu. İki üç köy geçtikten sonra yol kenarına bıraktı ve döndü. Kedi yine hemen ortadan kayboldu. Adam akşama doğru eve döndü. Yine kedi kapıda karşıladı sahibini.
   Karısı yine söylenmeye başladı. Ama bu sefer çok kızmıştı Şemsettin amca.Yüksek sesle;
  - Ben sana kedi ferasetli hayvandır, yolu bulup gelir demedim mi? be kadın, dedi.
   Kadın da şaşkındı. Kedinin yolu bulup geldiğine inanmıştı. Ama yine de bu evden gitmeliydi bu kedi.
   Kedi ertesi gün daha uzak bir yere ve ormanlık bir alana götürüldü. Ormanın derinliklerine kadar götürdü Şemsettin amca. Artık yolu çıkaramaz dedi ve kediyi bıraktı. Kedi iki dakikada gözden kayboldu. Şemsettin amca ormanda gezinmeye başladı. Yolunu bulamıyordu. Akşam olmak üzereydi. Ormanlık alan, kendi dışındaki alana göre çok daha karanlıktı. Çaresiz cep telefonuyla karısını aradı ve kedinin eve dönüp dönmediğini sordu. Kedinin eve döndüğü cevabını alınca karısına;
   - Söyle o kediye gelsin beni alsın buradan, yoksa ben ormanda kayboldum eve gelemeyeceğim, dedi.
   O geceyi ormanda geçiren Şemsettin amca ertesi gün döne döne ormandan çıkmayı başardı. Yine gün akşama dönmek üzereydi. Eve bitkin bir halde döndü. Odaya geçip bir yer minderinin üstüne oturdu. Ayakları şişmişti yol yürümekten. Yorgun gözlerle odanın içine bir göz attı. Hakkı kedi tam karşısına geçip bir minderin üstüne yan yatmış patilerini yalayarak temizlik yapıyordu. O hareketiyle Şemsettin amcaya nispet yapar gibiydi. En azından sahibi öyle yorumluyordu o hareketi. Yerden aldığı terliği kediye fırlattı. Kedi odayı terk etti. Ama o evde onlarla birlikte yaşamaya devam etti. Sonunda pes eden Cevriye hanım oldu.
   Kedi; mücadeleyi kazandığının bilincindeymiş gibi evin içinde muzaffer bir komutan edasıyla daha bir gururlu dolaşıyordu.
                               
                                                                                                      Ali Akdoğan                    
                                               

3 Temmuz 2016 Pazar

BABALAR ÖLÜR ÇOCUK BABALAR

    Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki,
    Her gün çocukları, eşleri, anaları, babaları,
    Arkasından ağlaşıyor,
    Kör teröre kurban verdiğimiz çocuk babaların.
    Hayatının baharında,
    Eşine çocuğuna,
    Belki anasına babasına doyamayan çocuk babaları,
    Toprağa veriyoruz, acı içinde çaresiz.

    Nereye kadar?
    Ne zamana kadar?
    Kimse bilmiyor.
    Bu kadar zor mu bu sorular?
    Bu soruların cevabını.
    Birileri çıkıp bize verebilse,
    Belki biraz umutlanırız,
    Bir gün biter diye.
 
    Ama hep babasız kalıyor,
    Çocuk babaların çocukları.
    Eşleri dul kalıyor, çocuk kocaların.
    Göz yaşı döküyor,
    Çocuk yaşında ölüp giden çocuklarına,
    Anaları babaları acı içinde, çaresiz.
    Vatan uğruna ne çok öldü be kardeşim,
    Bu çocuk yaştaki babalar.

    Bu topraklar can almak için neden bu kadar obur?
    Yoksa bu coğrafyada obur bir değirmen mi var?
    İnsanları öğüten.
    Son atmış yılını anımsıyorum bu toprakların,
    1977 1 Mayıs'ta Taksim'de
    1979 Aralık'ta Maraş'ta,
    1993 2 Temuzun'da Sıvas'ta,
    2015 te Suruç'ta ve Ankara Gar meydanında,
    2016 da Kına gecesinde Gaziantep'te,
    Amacım ölümleri yarıştırmak değil asla.
    Ama; o kadar çok gencimizi kurban verdik ki;
    Düşündükçe ürperiyorum.
 
    Bir arada yaşamayı beceremeyecek kadar aptal mıyız?
    Yoksa birilerinin oyuncağı olacak kadar ahmak mı?
    Bu soruların yanıtını bulduğumuzda,
    Bu topraklar kana doyacak ,
    Bendi çözülecek,
    Takati kesilecek,
    Ve bizden can alamayacak artık,
    O obur değirmen.
    Her tarafta güller açacak.
    Ahmet Arifin dediği gibi,
    Bahar gelecek dağlarına memleketimin.
 
                                                                       Ali Akdoğan

24 Şubat 2016 Çarşamba

Yancı Seyithan Amca

   Hani kahvehanede oyun oynayanların yanına oturup oyun oynayanları izleyenler olur ya. İşte onlara yancı denir.
    Bir yaz günüydü Hüseyin amca ile Mehmet Çakıl amca sürekli gittikleri kahvehanede buluştular. Masanın başına oturdular. Oyun oynayacaklardı. Kahveci çırağından domino taşı ve yaz-boz için kalem kağıt istediler. Tam oyuna başlayacaklardı ki masanın çevresine birer ikişer bedava çay içmek için gelip oturanlar oldu. Onlardan birisi de  Hüseyin amca ile aynı köylü hatta uzaktan da olsa akrabası olan Seyithan amcaydı. O; Mehmet Çakıl amcaya yakın oturdu.
    Oyun başladı. Seyithan amca Mehmet amcanın oyununa sürekli müdahale edip hangi taşı oynayacağını söyleyerek Hüseyin amcanın dikkatini dağıtıyor, hatta ona biraz da gıcık veriyordu. Bu hareket Hüseyin amcanın hiç hoşuna gitmiyordu. Sinirden gözleri kocaman olmuştu. Her müdahalede gözleri fıldır fıldır dönüyor, Ama komşuluk ve hatta akrabalıkları hatırına bir şey söylemekten kendini sakınıyordu. Oyun biraz böyle devam etti. Hüseyin amca en sonunda kekeleyerek;
    - Se-se--sey-seyit-seyitha-seyithaan       oy-oy-oyu-oyun-oyuna      kar-karı-karış-karışma.   Oor-or-orta-ortada    bir şey    yo-yok-yook.    Şu-u-nu-nun-unun      şu-şura-şurası-şurasında     ça-çay- çayı-çayın-çayına   ve    ze-zev-zevk-zevkine   bir    oo-oy-oyu-oyun    oo-oy-oyn-oynu-oynuyor-oynuyoruz.    Be-been      see-se-sen-seni-senin      ha-har-har-haare-hareket-hareketlerinden     raa-ra-rah-rahat-rahaatsız     ool-ol-old-oldu-oldum.      Ke-kena-kenar-kenarda     oo-ot-otu-otur.    Çaay-çayı-çayını    iç.     Se-ses-sesizce      o-oy-oyun-oyunu     i-iz-izl-izle,     Ço-çok-çok     i-is-ist-istek-isteklliy-istekliysen      o-oy-oyu-oyunu-oyunumuz       bi-bit-bittik-bittikten       so-son-sonra     se-sen-senin-seninle    de      o-oy-oyna-oynarız,    dedi.
    Oradakiler bu konuşmaya gülerek,
   - Yahu Hüseyin sana ne oldu? Neredeyse ahraz olmuşsun. Sen oyuna başlarken böyle değildin. Yoksa yenilme korkusundan dilin mi tutuldu? dediler.
    Bu konuşmaya canı çok sıkıldı, ama cevap vermedi. Belli ki çok sinirlenmişti. Onlar bunun farkında değildi. Gerçek hayatında kekemeydi zaten. Hele sinirlenince veya heyecanlanınca tam kilitleniyor ve konuşmakta büyük zorluk çekiyordu. Tam o moda gelmişti. Onu tanıyanlar bu özelliğini bilirdi. Ama oradakilerin dikkatini çekmemiş demek ki bu özeliği.
   Seyithan amca bu ikazdan sonra biraz toparlandı, sessizliğe büründü. Oyun devam ediyordu. Çekişmeli bir duruma gelmişti. Seyithan amca yine dayanamayıp oyuna müdahale etmeye başladı.         Hüseyin amca elindeki taşları masaya bıraktı. Yavaşça ayağa kalktı ve ani bir hareketle Seyithan amcanın suratına okkalı bir yumruk attı. Seyithan amca masanın altına düştü. Masa tam karıştı. Bırak masayı kahve karıştı. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Hüseyin amca masanın altında Seyithan amcanın göğüs kafesine  çökmüş, elleriyle Seyithan amcanın boğazını sıkıyordu. Öyle çok sinirlenmişti ki; Alttaki adam boğuluyormuş gibi sesler çıkararak bağırıyor, can havliyle ayakları masanın altında havaya dikilmiş bisiklet sürüyor gibi hareketler yapıyordu. Etraftakiler müdahale etmese kesin boğacaktı. Üç dört kişi zar zor çekip Seyithan amcanın üzerinden aldılar Hüseyin amcayı. Hüseyin amca biraz esmer tenliydi. Sinirden simsiyah olmuştu. Siniri hala geçmemişti. Burnundan soluyordu. Alıp kahvenin dışına çıkardılar. Dışarıda dolaştırdılar. Yatıştırmaya çalıştılar.
    Oyun bitmişti. Neredeyse adam ölüyordu yok yere. Hüseyin amcanın aklı başına geldiğinde evine doğru yürüyordu.
    - Ben ne yaptım? diye sordu kendine.
     Sorunun cevabını yine  kendisi verdi.
    - Biz oyun oynuyorduk. O hangi hakla gelip bizim oyunumuza müdahale ediyor. Ben haklıydım. Kenarda adam gibi otursaydı bunların hiç biri olmazdı, dedi.
     Karmaşık duygular içinde evine geldi. Karısı çocukları bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anladılar. Hüseyin amca evde bir şey anlatmadı. Ama bir daha kahvede oyun oynamamaya karar verdi. Sinirlerine hakim olamayıp başına iş açabileceğinden korkuyordu.

                                                                                                           Ali Akdoğan

10 Ocak 2016 Pazar

Dünya İki Kapılı Bir Handır

    Hiç felsefe yapmamıştım. Ama bu yazımda biraz felsefe yapayım istiyorum. Umarım sizleri sıkmaz, zihninizde yeni pencereler açmayı başarabilirim.
    Hep derler ya dünya iki kapılı bir handır. İşte biz bu iki kapılı hanın içine birilerinin iki dakikalık zevklerinin meyvesi olarak, kendi isteğimizin dışında düştük. Ama düştükten sonra kendi isteğimizle çizdiğimiz bazı olumlu ve olumsuz yaşam tarzları ile; olumlu ve olumsuz koşullarıyla yaşamaya başladık. Yaptığımız seçimler hayatımızı şekillendirdi. Bazen mutlu olduk. Bazen mutsuzluğu biz çağırdık. Hayat dediğin böyle bir şey işte. Anlatımı biraz daha renklendirmek için duygularımı bir şiirle desteklemek istiyorum.
                        Hayat Dediğin
                          I. Bölüm
         Sabah uyanıp gözünü açtığında,
         Karşında gördüğün yüzün tebessümü ile,
         Odanın içi bulutlu bir günde bile,
         Güneş doğmuşçasına aydınlanıyorsa,
         Hayat güzel, günler kısa, ömür uzun olur.

         Sokaktan geldiğinde,
         Kapıyı açan güler yüz,
         Dışarıda yüklendiğin sıkıntı ve kasveti,
         Bir hoş geldin öpücüğü ile,
         Kapının dışında bırakmanı sağlayan,
         Elindeki ağırlık ile birlikte,
         Omuzundaki ağırlığı da alan bir eşin varsa,
         Hayat güzel, günler kısa ömür uzun olur.  

                       II. Bölüm
        Ya bir de uyanıp gözünü açtığında,
         Karşında asık bir surat,
         Gündüz olan odanı,
         Zifiri karanlıklara çeviriyorsa,
         Her konuda muhalif olup,
         Konuşmalarıyla hayatını zindana çeviren,
         Bir eşin varsa,
         Dünyan  karanlık ve rutubetli bir zindana dönüp,
         Hayat çekilmez, günler uzun, ömür kısa olur.

         Sokaktan geldiğinde,
         Kapıyı açan ceberut bir yüz ifadesi,
         Dışarıda biriktirdiğin olumlu enerjiyi tüketen,
         Neden geldin der gibi,
         Evine geldiğine geleceğine,
         Pişman ettiren bir eşin varsa,
         Hayat çekilmez, günler uzun, ömür kısa olur.
       
         İşte şiirde anlatılan olumlu ve olumsuz yaşama biçimini seçmek bizim elimizde. Hiç kimse bize; istemediğimiz bir hayatı sürdürmemizi bize dayatamaz. Ben; I. Bölümdeki anlatılan yaşama biçimini yaşama hakkını herkesin seçebileceğini düşünüyorum. Bu bir tercih işi. Mutlu olmak herkesin, hepimizin hakkı. Bu hakkı neden kullanmayalım ki.
        Ancak birinci bölümde anlatılan yaşama biçimi benim hayatımı anlatırken, II. bölümdeki yaşama biçimi çevremizde yaşayan o kadar çok insanın hayatını anlatıyor ki inanamazsınız.
        Hayatımızı; yapacağımız seçimlerle daha mutlu yaşanır kılalım.
                                                                           
                                                                                                              Ali Akdoğan