6 Temmuz 2013 Cumartesi

XVII. Akdeniz Oyunları ve Mersin

    2013 yılı haziran ayında Mersin farklı bir geleceğe uyanabilirdi. Ancak olmadı. Güzel tesisler yapılmış ve iktidar bu tesisleri sanki kendisinin  bir lütfuymuş gibi Mersin halkına anlatmaya başladı. Yerel yönetimlerin yaptığı çalışmaları yok sayan bir yaklaşımla kent halkında bir antipati yarattı. İşte bu nedenle insanlar organizasyona gereken desteği vermedi. Müsabakaları izlemeye ilgi göstermedi.
    Ben bu organizasyonda "Çevre Gönüllüsü" olarak Nevin Yanıt Atletizm Tesisinde görev aldım. Yaşadığım kentin uluslararası bir organizasyonda en iyi şekilde temsil edilmesiydi tek istediğim ve bana düşeni en iyi biçimde yapmak için çabaladım. Ancak Spor Bakanlığı tesislere yönetici atamak için Mersin'den adam bulamamış olacak ki; Nevin Yanıt Atletizm tesisine İstanbul'dan bir tesis yöneticisi atamıştı. Hayatımda tanıdığım en agresif en itici yönetici tipiydi. Sanki tek çabası işlerin iyi yürümesine engel olmakmış gibi geldi bana. İşlerin daha iyi yürüyebilmesi için hangi teklif veya istekle yöneticiye giderseniz gidin.
     - Bununla biz ilgilenmiyoruz. Bu konu bizimle ilgili değil, deyip işin içinden çıkıyordu.
     - Peki kimin ilgileneceğini bize söyleyin onunla görüşelim dediğiniz zaman da,
     - Ben bilmiyorum, diyordu.  
     Bize yardımcı olmayacağına kesin inandıktan sonra ilişkilerimi sınırlandırdım. ve yöneticilik deneyimimden gelen becerilerimi kullanarak işlerimi yürütmeye başladım. Baktım daha faydalı oluyorum. Bu tavrımı oyunlar süresince devam ettirdim. Ama şunu söyleyeyim.  Bu yönetici olmasaydı tesiste daha güzel hizmetler üretebilirdik.
     Bu yöneticinin bazı uygulamalarını anlatmak istiyorum. Belki daha iyi anlaşılır yaptıkları.
     Bir gün içme suyu sponsor firması bir kamyon su getirdi ve tesisteki "Su ve Buz" odasına koyduktan sonra firmanın yetkilisi yanındaki işçisine; Basın girişi koridorundaki su dolabını doldurmasını ve suyun bulunduğu odanın kapısının da açık bırakılmasını ve isteyenlerin istediği kadar su içmesini kolaylaştırın talimatını verdi. Çocuk söyleneni yaptıktan sonra tesisten ayrılıp gittiler. Yaklaşık on dakika sonra tesis yöneticisi tesiste görevli bakanlık personeline talimat vermiş. İki çalışan geldi. Koridordaki dolapta bulunan su şişelerini boşaltıp su odasına geri taşıdılar ve odanın kapısını kilitlediler. Sebebini sorduğumda;
     - Buradan çok su içiyorlar. Tolga bey talimat verdi kilitliyoruz, dediler.
     Yöneticinin bir diğer uygulaması da tesis içinde en az elli atmış kabin tuvalet (sporcu soyunma odalarında, personel soyunma odalarında, hakem soyunma odalarında, ayrıca basın  girişi zemim katta bay ve bayan WC leri) varken, Tesis yöneticisi bu mekanların tümünü kilitletiyor. Tesiste çalışan insanlar, günübirlik gelen misafirler herkes bina içinde tuvalet ihtiyacını gidermek için bir o yana bir bu yana dolaşıp duruyordu. Önüne gelene tuvalet soruyordu. Tarif üzerine binanın dışına çıkıp merdivenlerden basın fuaye denilen bölüme çıkıp oradaki tuvaletleri kullanıyordu. Sebebini sorduğumda;
      - Kullanırlar, kirletirler. Onun için kapalı tutuyoruz, diyorlardı.
      Oysa temizlik şirketi elemanları her gün, günlük temizlik yapıyorlardı. Kullanımdan dolayı kirlenmesinden de rahatsızlık duymayacaklarından eminim. Bu kişisel bir tercihti.
     Bu tesis yeni yapılan güzel bir tesis. İnsanlar binayı tanımak için bina içinde dolaşma ihtiyacı duyuyorlardı. Binanın mimarisi gereği bölümler arasında geçişi engelleyen kapılar var. Benim izin yaptığım  bir gün, tesis yöneticisi, koridorlar arası geçiş kapılarından basın bölümüne açılan kapıyı kilitlettirmiş. Sebebini soran Canan adındaki arkadaşıma verdiği cevap çok ilginç.
     - Buradan sporcular ve sporcularla gelenler basın bölümüne geçiyorlar. Bu bölüme geçerler ise bu bölümü tanırlar ve alışırlar, alışmasınlar diye kapıyı kilitliyoruz, demiş.
     Yukarda saydığım tüm kısıtlayıcı durumlar ve olumsuzluklar yarışların başladığı 26 haziran 2013 tarihinde son buldu ve yarışların sürdüğü dört gün boyunca her şey normale döndü. Su odası açıldı, herkes bol bol su içti. Tuvalet kabinleri ve soyunma odaları açıldı, insanlar ihtiyaçlarını gidermek için oraya buraya koşuşturmaktan kurtuldu. Koridorlar arası geçiş kapıları açıldı, bina blokları arasında dolaşmak ve binayı tanımak kolaylaştı. Aslında baştan beri böyle olması gerekirdi ama tesis yöneticisinin kişisel tercihleri bazı sıkıntılar yaşanmasına neden oldu.
     Bu organizasyonda gördüğüm bir diğer nokta da Mersin esnafının ekonomik açıdan kendisine düşen payı alabildi mi? sorunun cevabını bulmak.
      Gözlemlediğim bazı şeyleri yazayım. siz buna karar verin. Örneğin kiralanan otomobillerin tamamı İstanbul plakalıydı. Taşımada kullanılan otobüs ve yarım otobüslerin büyük bölümü Mersin dışından. Kumanyaların içine konulan içme suyu İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden ve "Hamidiye" içme suyu. Akdeniz "Temizlik ve Özel Güvenlik" şirketi; İstanbul şirketi. Gerçi bu şirket temizlik elemanlarını Mersin'den seçmiş ve işçiler Mersin'de ikamet eden insanlar. Benim gördüğüm kadarıyla işin ekonomik yönü İstanbul'a yaramış. Belki oteller ve lokantalar biraz kazandı diyebiliriz. 
                              
                                                                               Ali Akdoğan

4 Temmuz 2013 Perşembe

Kenger dikeninin Dili

     Hasan ile Mustafa aynı köyde oturan iki komşu çocuğu ve çocukluk arkadaşıdırlar. Birbirlerini çok severler ve hep birlikte oynar, hiç ayrılmazlardı. Birlikte; sapanla kuş avladılar. Dağda koyun güderken bazı geceler bostanlardan salatalık, kavun, karpuz çaldılar. Kimi zaman birbirlerine arka çıkarak başkalarıyla kavga ettiler. Anlayacağınız yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu.
    Aradan zaman geçti büyüdüler. Köyün genç kızlarının arasından yavuklularını seçebilmek için çeşme başlarında beklemeye başladılar. Kızlara bakıp işmar ettiler.
     Hasan köyün en güzel kızı Dilber'i çok beğenmişti. Ona gönlünü kaptırmıştı. Gidip konuşmak istiyordu. Ama cesaret edemiyordu. İlk günler göz göze bakışmakla yetindiler. Dilber'in gözlerine takılınca gözleri, kalbi heyecandan yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Yüzü utantancından pancar gibi kızarıyordu. Tabi Dilber de bunları görüyordu karşıdan ve o da Hasan'a karşı ilgi duymaya başlamıştı ama köy küçük yer ve kendini sakınması gerektiğini biliyordu. Fakat aşk bu, böyle şeyleri dinler mi? Dilber de her gün Hasan'ın yolunu bekler olmuştu. Gördüğü yerde Hasan'ın göz bebeklerine bakıp neler düşündüğünü oradan çözmeye çalışıyordu.
    Günler ilerledikçe bakışmalar, uzaktan da olsa laf atmalar aralarında bir sıcak ilişki doğurmuştu. Dilber'in okuması yazması olmadığı için mektuplaşma şansları yoktu. Tek çare yüz yüze konuşmaktı. Çeşme yolunda orda burada bakışmakla, laf atmayla işler yürümüyordu artık, buluşup konuşmaları gerektiğine ikisi de inanmıştı. Dilber'lerin evlerinin arka tarafında bir samanlık vardı. Laflaşırken orada buluşmayı kararlaştırdılar.
   Akşam güneş battıktan kısa bir süre sonra ortalık sakinledi. Dışarılarda kimsecikler yoktu. Herkes akşam yemeğinin telaşına düşmüştü. Önce Hasan samanlığa gitti. Hemen arkasından da Dilber girdi samanlığa. Koşarak birbirlerine sarıldılar. Heyecandan hiç bir şey konuşamıyorlardı. Bir süre sonra Hasan heyecandan kekeleyerek;
    - Seni çok seviyorum Dilber, dedi.
    Sanki içinde biriktirdiği heyecan korku arzu hepsi bir anda bu iki kelime ile ağzından çıkıp gitmişti. rahatladı. Daha sıkı sarıldı Dilber'e. Genç kız; Hasan'ın sıkılmış kolları arasında ancak;
    - Ben de, ben de seni seviyorum Hasan, dedi.  
     O da rahatlamıştı. bir süre daha hiç konuşmadan sarılmış vaziyette durdular. Birden Dilber'in aklına babası geldi. Heyecandan titremeye başladı. Korku ve heyecan ile karışık;
     - Hadi Hasan artık git. Şimdi annem yada babam gelir. Bizi burada böyle görürlerse hiç iyi olmaz, Ne olur Hasan acele et, dedi.
     Hasan da heyecanlanmıştı.