Almanya' ya ilk işçiler gönderildiğinde henüz ilkokul üçüncü sınıftaydım. Köyde oturan Haskar halamın kocası Hamit İlbay da yurt dışına gitmek için yapılan duyuru üzerine başvurusunu yapmış, ona da yurt dışına gitme şansı verilmişti. Adam ilkokul mezunu bile değildi. Okuma - yazmayı askerde öğrenmişti. Halam da okuma yazma bilmiyordu. İki çocuğu ilkokul öğrencisiydi. Kızı bir yıl sonra ilkokulu bitirecek, üçüncü çocuğu okula gelecek yıl başlayacaktı. Aileyi yönetme ve geçindirme sorunları halamın boynuna kalmıştı. Kadıncağız üstüne üstlük bir de hastaydı. Hamit enişte bütün bu saydığım dramatik durumları arkasında bırakıp para kazanmak için, daha önce adını hiç duymadığı ve iş başvurusunu yapınca devlet büyüklerinden duyduğu, dilini bilmediği uzak bir ülkeye gitmek zorundaydı. Başka da çaresi yoktu.
Hamit enişte ve onun gibi yaban ellerinde geçim arayan binlerce kişi avrupa ülkelerine işçi olarak gitti. Bir süre sonra mektuplar gelip gitmeye başladı. Bozuk bir yazıyla yazılan mektuplarda hep memleket özlemi ve çocuk hasreti vardı. Geride kalan eş ve çocukların gözleri yollarda kalmıştı. Gitmek isteseler, gidilecek kadar yakında değildi; eşleri, babaları...
Bir yıl sonra yaz aylarıydı. Hamit enişte izin alıp köye gelmiş, herkese hediyeler getirmişti. Kendi giyimi de oldukça iyiydi. Almanya'daki çalışma ortamını anlatıyor ve çevresindekilere yaşadığı güçlüklerden söz ediyordu. Bu anlatım sırasında; bazen sevinçten yüzü aydınlanıyor, bir şeyi başarmış olmanın gururunu yaşıyor, kimi zaman da hüzünden ve özlemden yüz hatları geriliyor, gözleri çukura kaçıyor ve dokunsan ağlayacakmış gibi duygusallaşıyordu. İzin süresince çok mutluydu. Geriye dönüş günü yaklaştıkça tedirginliğinin arttığı yüzünden okunuyordu. Geri dönmeden önce getirdiği parayla bir şeyler yapmak istiyordu. Ama çevresinde parasını olumlu kullanmasına yol gösterecek bilgi birikimine sahip kimse yoktu.
Kazandığı parayla ne yapacağını bilmiyordu. İzin bitmeden bir şeyler yapmak istiyordu. Çocuklarına giyim kuşam aldı. Gelip ilçe merkezinden bir arsa aldı. İzin bitince Almanya'ya geri döndü. Bu gidişinde daha rahat görünüyordu. Çünkü nereye gittiğini biliyordu artık.
İki yıl aradan sonra yine izine geldi. Ava meraklı olduğu için Almanya'dan bir alman çiftesi av tüfeği getirmişti. O tüfekle çocuğu gibi ilgileniyor, siliyor temizleyip kılıfına koyuyor, sonra ziyarete gelenlere göstermek için, tekrar kılıftan itinayla çıkarıyordu. Yanındakilere tüfeğin özelliklerini öyle bir bilgiçce anlatıyordu ki sormayın. O tüfeği icat eden kendisiymiş kadar seviniyordu.
Ava gidip geldi birkaç kez. Avladığı keklikleri karşılaştıklarına gösterip yine tüfekten söz ediyordu. Avdaki başarının kendisine değil silaha ait olduğunu söyleyecek kadar çok sevmişti o tüfeği.
Sayılı günler tez geçmiş ve dönüş günü gelip çatmıştı. Kardeşi Elazığ'da oturuyordu Hamit eniştenin. Eşi ve çocuklarıyla Elazığ'a gitti. Tüfekte yanındaydı. Orada vedalaşıp yola çıkarken çok sevdiği silahını da kardeşine teslim etmişti. Babanın ayrılışından sonra çocuklar çok duygusallaşmıştı. Kızı Türkan; onyedi yaşında çok güzel bir genç kız olmuştu. Onyedisindeki Türkan, aile arasında kesilen sözle, amcasının oğlu Ali Rıza ile sözlenmişti. Ortanca çocuk Şükrü; oniki yaşında, uysal biraz da şaşkın bir çocuktu. Cemal ise en küçük kardeş, dokuz yaşında afacan bir çocuktu. Babaları gittikten iki gün sonra köye döneceklerdi. Fakat hiç beklemedikleri bir olayla dünyaları değişti.
Türkan babasının silahıyla oynarken kazayla vuruldu. Güzel Türkan, babasının çocuğu gibi sevdiği silahtan çıkan kurşunla oracıkta can vermişti. Aile ve akrabalar, anlatımı imkansız bir acıyla kavruldu. Halam günlerce kendine gelemedi. Şükrü ile Cemal rüyada gibiydiler. Bir gün bu rüyadan uyanmak ve her şeyin yalan olduğuna inanmak istiyorlardı. Halam kendine geldikten sonra, günlerce mezarlığa gidip mezara kapanarak bayılıncaya kadar ağladığı ve baygın halde eve getirildiği günleri hiç unutamam. Hamit enişte Almanya'ya yeni döndüğü için iş yerinden izin alıp cenazeye gelebildi mi, hatırlamıyorum. Halam için köyde yaşamak, artık mezarlık ile ev arasında gidip gelmelere endekslenmişti. Sağlığı gün geçtikçe bozuluyordu. O köyden taşınmaları gerektiğine, aksi takdirde halamın da sonunun hiç iyi olmayacağına karar verildi.
O olaydan iki yıl sonra Hamit Enişte izine geldiğinde Elazığ'da bir arsa aldı. İnşaata başlayamadan izin bitti. Ailesini; Elazığ'da oturan kardeşi Mahmut'un evine taşıdı. İki aile birlikte oturacaktı. Hamit enişte Almanya'ya döndü. Mahmut inşaata başladı. Ağabeyine bir daire ev yaparken, bitişiğinde bir daire ev de kendisine yaptırdı.
Hamit enişte yaklaşık yirmi yıl Almanya'da kaldı. Kesin dönüş yapmadan önce küçük kardeşi Hüseyin'i istek üzerine Almanya'ya götürüp işçi statüsüne geçirdikten sonra kesin dönüş yaptı.
Geri döndükten sonra kazandığı parayla bir konfeksiyon dükkanı açtı. Ticaretin inceliklerini bilmeden bodoslama dalmıştı işin içine. Bir yıl sonra beceremeyeceğini anlamış olacak ki vazgeçti. Gözü korktuğu için başka hiç bir yatırım yapmadan hazırdaki parayı yemeye başladı. Büyük oğlu Şükrü okuyup öğretmen olmuştu. Bir yıl sonra kız kaçırdı ve evlendi. Küçük oğlu Cemal liseyi bitirdikten sonra askere gitti. Döndükten bir yıl sonra bir akraba kızıyla evlendi. Daha sonra bir özel bankada işe başladı. Hamit enişte çocuklarını evlendirdikten sonra küçük oğluyla oturmaya başladı. Bir süre sonra Şükrü Denizli'ye tayin isteyip oraya yerleşti. Bir kaç yıl sonra Cemal de İzmir'e tayın istedi gitti. Hamit eniştenin Elazığ'dan taşınması bir zorunluluktan oldu. Çocuklarına yakın olmak için o da Aydın'a taşındı. On yıl kadar sonra Haskar halam öldü. Cemal İzmir'den Adana'ya tayin istedi ve Adana'ya taşındı. Hamit enişte yalnız kalınca çok üzüldü. Kendisine bakabilecek bir yapıda değildi. Çocukları; babalarına baksın diye, orta yaşlı bir kadınla evlendirdiler. Kadının psikolojik sorunları olduğu sonradan anlaşılınca Hamit enişte bir kat daha üzüldü. Çok geçmeden öldü koca çınar. Koca çınar dediysem gerçekten koca çınar. İri yapılıydı. Bilgiliydi. Toplum içinde bir saygınlığı vardı.
Yaban ellerde geçen onca emeğe ve hasrete rağmen sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürülememişti. Ne devlet ne de çevresinden aklı başında bir kişi ona iş kurma aşamasında yardımcı olmadı. Herkes onu yolunacak bir kaz gibi gördü. Oysa o ve onun gibilerin kazançları doğru kanalize edilebilseydi belkide ülkemiz bugün işsizlik sorunuyla karşı karşıya kalmayacaktı.
Ali Akdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder