Ben sigara dumanını ilk olarak öğretmen okulu birinci sınıfta ciğerlerime çektim. Okula yeni başlamıştık. Bir taraftan gurbet, diğer taraftan gençlik vardı serde. Bir arayış içindeydik.
Göçmende kahveye gittik. Arkadaşlar oyun oynuyor, biz de izliyorduk. Oynayanlardan birisi Ali Timur adında sınıf arkadaşımdı. Bingöl'de ortaokulda da beraber okumuştuk. Ali o zamandan beri sigara içiyordu. Oyun esnasında çıkarıp birer sigara yaktılar. Birini de bana uzattı. İçmem dediysem de ısrar etti ve ben de bir sigara yaktım. Dumanını ağzıma alıp üfürüyordum. Ali bana dönerek;
- Sigara öyle içilmez oğlum. Dumanını içine çekeceksin, ya da sigarayı içeceğim diye ziyan etmeyeceksin, dedi.
Bu konuşmanın üzerine dumanı içime çektim. Çekmez olaydım. Öksürmeye başladım. Sanki ciğerlerim ağzımdan çıkacakmış gibi zorlanıyordum. Gözlerimden yaşlar geldi. Midem bulandı, Başım döndü. Çok kötü oldum. Kalkıp okula geldik. Akşam etüdünde hiç ders çalışamadım. Etüt bitinceye kadar da başım dönmeye devam etti. Yatakhaneye gittik. Hazırlığımızı yaptık yatacağız tuvalette sigara içenler bir keyifle içip sohbet ediyorlar ki sormayın. Koğuşa geçip yatağa uzandım. Yavaş yavaş aklım başıma gelmeye başlamıştı. Bir süre sonra uyumuşum. Sabaha kalktığımda bir şeyim kalmamıştı.
Ertesi gün okulun tuvaletinde Ali bana bir daha sigara uzattı. Yok içmem dedim. O ısrarla;
- Oğlum sen er geç bu zıkkımı içeceksin, iyisi mi naz etme dedi.
Yine bir sigara yaktım ama içime çekmeden, bazen yarım çekerek içtim. Bu sefer fazla etkilenmedim ve hoşuma gitti. Artık sigara içenlerin yanında gezmeye başladık. Sigara verirlerse bir tane tüttürüyoruz. Para verip sigarayı paketle almak işimize gelmiyordu. Gelen harçlık zaten az, bir de sigaraya para harcarsak işimiz kötüydü. Bir süre otlakçılık yaptık. Tam sigaraya alıştık. O sigara tutup ısrar edenler kayboldu. Bir süre sonra ortaklaşa iki arkadaş bir paket almaya başladık. Bu sefer de sen çok içtin ben az içtim tantanası başladı. En sonunda tek başıma paket almaya başladım.
Para fazla olmadığı için ikinci sigarası aldım. Çok kötüydü. İçimi çok berbattı. Birinci sigarasına terfi ettim. O fena değil ama onun da cakası düşük. Kimseye nispet yapamıyorsun. Para varsa filtreli samsun ya da bahar sigarası alırdım. Meğer bahar sigarası da bayanların tercih ettiği bir sigaraymış. Karizmamız çizilmesin diye gizliden çıkarıp yakıyorduk ki kimse görmesin. İçerken filtreli sigara mı filtreli sigara tamam. Bazen de bafra sigarası alırdım. O bize sigara ikram edenler yanımızda gezmeye başladılar. Bu sefer de biz nezaketen onlara sigara ikram ediyorduk. Meğer onlar böyle günler için bizi sigaraya alıştırmışlar. Sigaraları bitince kendilerine sigara verecek biri yedekte bulunsun diye bize sigara içmeyi öğretmişlerdi. Birisi bir gün;
- Bak o zaman ben seni sigara içmeye teşvik etmeseydim, bugün ben de sigarasız kaldığım için sigara içemeyecektim, dedi.
Sigarayı içenler kendilerine çeşitli bahaneler üreterek sigara içtiklerinin haklılığına kendilerini inandırmaya çalışırlar. Bunu ben de yaptım. Bazen efkar dağıtırmış diye içiyorum diye kendimi kandırdım. Bazen aşık olduğum, sevgiliyi unutmak istediğim için içiyorum diye kandırdım kendimi. Aslında içerken bu tür bir faydasını görmedim. Çünkü ne sevdiğim kişinin onu sevdiğimden haberi vardı. Ne de onun beni sevip sevmediğinden haberim vardı. Ben kendi kendime gelin güven olmuştum. Sigarayı da dert ortağı seçmiştim kendime. Tam bir sigara keyifçisi olmuştum. Ve öğretmenlerin göremeyeceği yerlerde sigara içiyorduk. Genel olarak sigara içmek için portakal bahçesi ya da deniz kenarı seçiliyordu.
Bir gün akşam etüdü bitiminde; ben, Mehmet Güler ve soyadını hatırlayamadığım bir diğer Mehmet, üç arkadaş; şu anda lokanta olarak kullanılan yerden deniz kenarına indik. Şu anda Adnan Menderes bulvarının geçtiği yerde, arkamızda yine o lokantanın ana binasının olduğu yer gibi deniz kenarından yüksekti. Ayrıca dalgaların gelip çarpıp geri döndüğü yerde küçük bir yükselti daha oluşmuştu. Kumların üzerine oturup sırtımızı o yükseltiye dayadık. Arkamızdaki bir başka kişinin bizi görmesi neredeyse imkansızdı. Dışarıda mehtap vardı. Deniz dalgalarının hışırtısını dinlerken filtreli bahar sigarası paketinden son sigaralarımızı yaktık ve boş paketi denize attık. Sigaralarımızı bitirince fiskeyle denize fırlattık. Gecenin karanlığından sigaranın ateşinin fark edileceğini hesap edememiştik.Nöbetçi öğretmen Himmet Şen yatakhanenin en üst katına çıkıp deniz kenarını gözlerken, bizim fiskeyle denize attığımız sigaraların ateşinin parlaması üzerine sigara içtiğimiz yeri tespit etmiş. Gelip tam arkamızdaki tepede dikilmiş. Bizim haberimiz yok, şakalaşıyorduk. Mehmet Güler ayağa kalkıp yatakhaneye doğru baktı ve hızla geri oturdu. Ve;
- Arkadaşlar size kötü bir haberim var, Himmet hoca tam arkamızdaki tepede dikilmiş yolumuzu bekliyor, dedi.
Hep birlikte ayağa kalktık durumu görünce tekrar oturup plan yapmaya başladık. İlk planımız kaçmak üzerineydi. Ama aramızda tartıştık. Kaçarsak hoca kapıyı bekler ve bizi yine yakalar. Ya da koğuş yoklamalarından isimlerimizi tespit edebilirdi. Bu plandan vazgeçtik. Mehmet Güler kısa boylu bir arkadaştı. Çaktırmadan gidecek görmemiş numarası yaparak geçip gitmeyi deneyecekti. Yakalanırsa hep birlikte hocanın yanına gidecektik. Ya da aynı numarayı devam ettirecektik. Mehmet'i yolladık. Tam geçeceği sırada hoca kolunu önüne uzatıp onu yakaladı. Biz de kuzu kuzu yanlarına gittik. Hoca bizden sigara paketini istedi.
- Paket bitti attık, dedik.
Kibriti istedi. Çıkarıp verdik. Sınıflarımızı ve numaralarımızı kibritin üstüne yazdıktan sonra avucunun içine koyup kibritin olduğu eliyle yüzümüzün bir tarafından destek yaparken diğer eliyle çenemize birkaç yumruk vurdu. Elini değiştirip diğer tarafa yumruk attı. Gözümüzden yıldızlar uçuyordu. Ama sigara içmenin suçluluğundan sesimiz çıkmıyordu. Birde sınıfımızı ve numaramızı aldığı için bir korku başladı. İdareye verse disiplin kurulu bizi okuldan uzaklaştırma cezası ile cezalandıracaktı. Beden Eğitimi öğretmenimiz Mesut Özer'e verilirse numaralarımız Beden Eğitimi dersinden sınıfta kalacaktık. Esas yediğimiz dayak değil bu cezalar moralimizi bozuyordu. Yatakhaneye giderken plan yaptık. İdareye çağrılmadan gitmeyeceğiz. Mesut hocaya verilirse numaralarımız işte ona çare yok dedik. Herkes kendi yattığı koğuşa gitmek üzere yukarı çıktık.
Akşam temizliğimizi yaptık yataklarımıza geçtik. Uyku tutmuyordu. Bir sabah olsa da bu işin sonu ne olacak, onu bir görsem diye sabırsızlanıyordum. Sabahı zor ettim. Çok heyecanlıydım. Sabah etüdünden önce tekrar görüşüp sözleştik. Herkes sınıfına gitti. Kahvaltıda canım hiç bir şey istemiyordu. Sigara içmenin keyfi bana zehir olmuştu. Birinci ders bitti. Teneffüste kulağımız idareye çağrılma anonsunda. Anons yapılmadı. Birbirimize sorduk, çağrılan yoktu. İkinci ders bitti yine aynı şeyler, çağıran olmadı. Yavaş yavaş heyecanım geçmeye başladı. Galiba idareden yırttık dedim kendi kendime. Sevinerek üçüncü derse girdim. Teneffüse çıktık yine kimse çağrılmadı. Artık bu iş tamam dedim. Ama beden eğitimi öğretmeninin tavrı ancak iki gün sonraki derste anlaşılacaktı. Bu heyecanı iki gün daha yaşayacaktım. Başa gelen çekilir dedim. İki gün sonraki beden eğitimi dersinde kalbim yerinden çıkacakmış gibi deli çarpıyordu. Mesut hoca spor salonuna girip yoklamayı aldı. Kısa bir sessizlik oldu. Ben kendi kendime;
-Tamam şimdi benim numaramı söyleyip sınıfın önünde fırçalayacak ve gerekeni söyleyecek dedim.
Merakla beklerken derse başladık. Hani insanın altında ezildiği, kocaman ağır bir yük sırtından kalkar da rahatlar ve bir ter boşalır ya. İşte tam da bunları yaşadım.
Himmet Şen büyüklük yapmış, yediğimiz dayağı yeterli görmüş, başka cezalara gerek görmemişti. Bu davranışı onu benim gözümde bir kat daha büyütmüştü. Bizim hiç dersimize girmedi ama ona karşı ayrı bir sevgi oluşmuştu bende. Saygı duyuyordum.
Bu kadar çileye ve heyecana rağmen sigara içmeye devam ettim. Ta ki 1981 yılının Mart ayına kadar. Büyük oğlum beş aylıktı. Bingöl'de bir dağ köyünde çalışıyorduk. Çok kar yağıyordu ve soğuk bir yerdi. Lojman beton olduğu için daha da soğuk oluyordu. Oturduğumuz odanın pencerelerine sıcak olsun diye dışarıdan naylon çakmıştım. İçerisi havalandırılamıyordu. Üstelik ben sigara içince yanıma oturmaya gelen köylüler de sigara içiyordu. Bir gün eşim;
- Şu sigarayı bıraksan ne iyi olur. Bak çocuk da var, çok etkileniyor dedi.
Bu konuşma beni çok etkiledi. Eşimin bu ince davranışı zihnimde bir pencere açtı ve;
- Çok haklısın, dedim.
O gün sigarayı bırakmaya karar verdim. Evde on beş yirmi paket sigaram vardı. Cebimde paket, çakmak taşıyarak sigarayı bıraktım. İlk bir hafta çok zorlandım. Öğrencileri teneffüse çıkarttıktan öğretmenlerin sigara saati olduğu için sınıfta oturup kendimle hesaplaşmaya başlıyordum. Kendi kendime;
- Çıkar bir tane sigara yak, diyordum.
Tekrar bir hesaplaşma ve başka bir karar,
- Niye kendine işkence ediyorsun ki? Sen bu sigarayı başkaları görüp görmeyeceği hesabıyla mı bıraktın? İçmeyeceksin. Kararına sahip çık, diyordum.
İkinci karar hep galip geldi. Bu durum yaklaşık bir hafta on gün sürdü. Yavaş yavaş alıştırdım kendimi. Ve bir karar verdim. İkram edilen sigarayı reddetmek sigarayı bırakmanın en önemli olayı olduğunu saptadım. İkram edilen sigarayı ret ettim. Hatta bir gün okula yakın bir köylü vatandaş hayvanlarını yemlerken yanına gittim. Cebinden tabakasını çıkarıp sigara sardı. Tabakayı bana uzattı. Yüzüne sitemli bir şekilde baktım ve;
- Sen benim dostum musun, yoksa düşmanım mısın? dedim
Şaşkınlıkla neye uğradığını anlayamamış bir ses tonuyla;
- Niye hoca efendi? Nasıl böyle bir soru sorarsın bana, dedi.
Gülümsedim ve;
- Sen benim en yakın komşumsun. sigarayı bıraktığımı biliyorsun. Neden bana yardımcı olmuyorsun? dedim.
Adam hemen tabakasını cebine soktu ve benden özür diledi. Ondan sonra o köyde üç yıl çalıştım. Yanımda defalarca sigara içmek için tabakasını çıkarırken önce gözüme bakar ve sigarasını sardıktan sonra tabakasını cebine koyardı. Ben o günden sonra sigara içmedim. Evdeki sigara paketlerini de köyde sigarası bitenlere ara ara verdim bitirdim. Bakıyorum da sigarayla dostluğumu bitireli otuz iki yıl olmuş. Böyle bir dostluğun bitmesinden hiç de pişman değilim.
Bu işte sevgili eşimin büyük desteğini gördüm. İnsan isterse neleri başarıyor birlikte.
İşin püf noktası ikram edilen sigarayı reddetmek.
Ali Akdoğan
20 Şubat 2013 Çarşamba
2 Şubat 2013 Cumartesi
KARA SİNEKLER
Kadir henüz on dört yaşındaydı. İlkokulu bitirdikten sonra okula gönderilmemişti. Bulunduğu köyde sığırtmaçlık yapıyordu. Her gün sabah erkenden annesi uyandırırdı Kadir'i. Çünkü köy meydanında toplanan sığırlar onu bekliyordu.
Kadir yarı uyanık yarı uykulu önüne konan ekmekten lokmalar koparıp ağzına koyuyor, bir taraftan da kaseden yoğurt kaşıklıyordu. Bütün bunları yaparken bile gözleri uykudan açılmıyordu. Son bir çabayla gözlerini kocaman açtı. Ekmek çıkınını yerden alıp beline bağladı. Duvara yaslı sopasını aldı. Yarı uyuşuk bir halde kapıdan dışarıya attı kendini. Meydanda toplanan sığırlara doğru yürüdü. Durdu ve yüksek sesle bağırarak;
-Haydi komşular, sığırları süreceğim, dedi.
Biraz daha bekledi. Güneşin ilk ışıkları ufuktan ovaya yeni yeni süzülmeye başlamıştı. Önünde toplanan sığırları bir iki sopa hareketiyle yola çıkardı. Köyün güney yamacına doğru yürüdüler hep birlikte. Kadir hayvanları çok seviyordu. Ama yalnızlık çok canını sıkıyordu. Akşama kadar konuşacak, oynayacak bir arkadaş bulamamak onu çileden çıkarıyordu. Ama ailenin geçimine katkıda bulunmanın gururu ona haz veriyordu. Canı sıkılsa da bunları düşünüp mutlu oluyordu. Hele bazen öyle olaylar oluyordu ki saatlerce seyretse doyamıyordu. Kendi kafasında bazı oyunlar tasarlıyor ve hayvanların o oyunları oynadığını düşünüyordu.
İki tosunun kavgası veya iki eşeğin boğuşması Kadir için iki pehlivanın güreşmesinden farksızdı. At sineğinden huysuzlanıp koşmaya başlayan sığırları yüz metre koşan atletlere benzetir, yarışlarını ilgiyle izler, kazananı alkışlardı.
Ne kadar eğlenceli de olsa zaman zor geçiyordu. Kolunda saat olmadığı için gölgesini ayakla sayarak ölçüyor ve güneşin batıya dönüp gölgenin büyüdüğünü görmek Kadir'in en çok sevindiği saatler olurdu. Güneş batıya yaklaştıkça sevinci çoğalıyordu. Çünkü eve dönüş saati yaklaşıyordu. Güneş batıda ufuktan kaybolunca dünyalar onun olurdu. Hele bir de hayvanlar iyi doymuşsa büyükler ondan övgüyle söz edeceklerdi. Bunları düşündükçe sevinci bir kat daha artardı.
Nihayet o gün de akşam olmuştu. Sürü köye doğru yola koyuldu. Yamaçtan aşağı inerken bir kuş kadar hafiflemişti Kadir. Dağda yalnız geçecek günler sayılıydı ve onlardan bir tanesi daha bitmişti. Hayvanlar köyün içine dağıldı. Bir telaş başladı sokaklarda. Hayvan sahipleri hayvanlarını ayırıp evlerine götürüyordu.
Kadir görevini yüzünün akıyla yapmış olmanın gururu ile ve yaşına göre daha bir ağırbaşlılıkla eve doğru yürüdü. Kapının önünde duvara yasladı sopasını. Belinde bağlı olan ekmek çıkınını açtı
yere bıraktı. Kovadan bir tas su alıp içti. Çok yorulmuştu. Yan tarafta bulunan taşa usulca oturdu. Gözleri çevresinde babasını aradı, yoktu. Annesi sığırları yerine bağlamış ineklerden süt sağıyordu. Sarı inek kuyruğunu bir yelpaze gibi; bir sağa, bir sola sallarken arada bir Elif ananın suratına kırbaç gibi vuruyordu. Canı yanan kadın durup durup bağırıyor, ineğe verip veriştiriyordu. Bazen de canı çok yanınca hem ineği sağıyor hemde alttan, alttan yumruklayıp duruyordu. Kadir onları izlerken kendini gülmekten alamıyor, kahkahalar atıyordu.
Oturduğu taştan kalktı köy meydanında oynayan çocuklara doğru yürüdü. Onun da canı oynamak istiyordu. Çocuklar Kadir'in geldiğini görünce ona doğru döndüler. Tebessüm ederek onu karşıladılar. Hepsi çok heyecanlıydı. Duydukları olayı Kadir'e anlatmak istiyorlardı. En sabırsızı Cemal'di. Dayanamayıp;
-Duydun mu Kadir olanları? dedi
Kadir şaşkın bir tavırla;
-Yooo.. Neyi? dedi.
Cemal devam etti;
- Bugün Elazığ Kara yolları Bölge mutemedi Erol Erdem Elazığ'dan parayı almış Bingöl'ün Solhan ilçesinde çalışan yol işçilerine dağıtmak için Bingöl'e götürüyormuş. Sarıcan tepesine gelmişler. Orada arabayı durdurmuş. Arabadan indikten sonra silahını çekmiş ve havaya bir iki el ateş etmiş. Arabanın şoförü; Niye ateş ediyorsun? demiş. Erol da; Silahımı deniyorum demiş. O sırada taşların arasına gizlenmiş bir kaç terörist çıkmış. Şoförü bağlamışlar. Erol da onlarla birlikte kaçıp gitmiş, dedi.
Kadir heyecanla ve korkuyla;
-Sonra ne olmuş? Şoför ne yapmış? dedi
Cemal'ın sözünü kesen Hasan Devam etti.
- Şoför kendini çözmüş, gidip Karakoçan'da adliyeye teslim olmuş, dedi.
Kadir'in gözleri heyecandan fal taşı gibi açılmıştı. Olayı anlayamamanın sersemliği içindeydi. Anlatılanlar onu dehşete düşürmüştü.
-Çocuk başımla dağlarda sığır güdüyorum. Ya bir gün gelip beni de bağlasalar, hayvanları alıp götürseler, diye mırıldandı kendi kendine.
Küçük kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. Benzi sarardı. Gözleri karardı. Olduğu yerde dondu kaldı. Arkadaşları onu alıp evine götürdüler. Çok bitkin görünüyordu. Annesi yatağını serdi. Yatağa yatırdılar. Epey zaman sonra kendine geldi. Gözlerini açınca karşısında babasını, başucunda annesini gördü. Kalbi sevinçle ve cesaretle doldu. Heyecanla;
- Baba çocuklar bir şeyler anlattılar, doğru mu? Bir de sen anlatır mısın? dedi.
Babası;
-Anlatayım oğlum, dedi
Ve alıştıra alıştıra ve korkusuz bir dille anlattı olanları. Kadir durumu anlayınca şaşkınlığını üzerinden attı ve;
_Onlar da biliyor ki sürü benim değil, Ben bir çocuğum, onların çocuklarla işi yok değil mi baba? dedi.
Babası;
- Tabi oğlum korkmana hiç gerek yok, dedi.
Kadir'in evinde bunlar konuşulurken öte yandan adliyede şoförün sorgusu devam ediyordu. Şoförün ifadesinde bazı şüpheli noktalar vardı. Mesela şoför tarafındaki kapı camına sıkılan kurşun. Eğer şoför doğru söylüyorsa bu kurşunun mutlaka şoförün bir yerine isabet etmesi gerekirdi. Oysa şoförde en ufak bir çizik yoktu. Şoför yalan söylüyor olabilir düşüncesi ile göz altında tutuldu. Ancak şoför o gece bir yolunu bulup nezaretten kaçmış Elazığ'a kadar gitmeyi başarmıştı.
Sabah saat on sıralarında şehir içindeki yollarda bakım yapan kara yolları işçilerinden birisi bekleyen bir taksinin içinde oturan kişinin parayı çaldıran şoför olduğunu fark etti. Taksideki şoförün tedirgin davranışları gözden kaçmıyordu. Belli ki kaçacaktı. Onu gören işçi durumu arkadaşlarına anlattı ve onu izlemelerini tembih ettikten sonra kendisi hızla en yakındaki polis karakoluna gidip durumu bildirdi. Bir kaç dakika sonra polis ekibiyle geri döndü. Taksiyi saran polisler kaçak şoförü kıskıvrak yakaladılar ve Karakoça'a geri gönderdiler. Belli ki daha sıkı tutulması gerekiyordu. Bütün tedbirler alındı.
Kaymakam Nihat bey soruşturmayla bizzat ilgileniyordu. Ama aydınlatılması için zamana ihtiyaç vardı.
İlçede bir dedikodu furyası başladı.
Kimileri;
- Erol o paraya tenezzül etmez. Bunda bir iş var, diyordu.
Bazıları;
- Babası ağaydı zulüm yaptı oğlu daha büyüğünü yaptı. Lanet olsun bunların sülalesine diyordu.
Başkaları;
- Devlet babanın eli, kolu uzundur. Mutlaka yakalanıp cezasını çekecek, diyordu.
Bir diğerler;
- O para fakir fukaranın alın teridir kimsenin boğazından kolay kolay geçmez, diyordu.
Bu konuşmalar uzadıkça uzadı. Çoğaldıkça çoğaldı. Kimileri Erol'u övüp göklere çıkarıyor, bazıları da yererek yerin dibine geçiriyordu. Gıyabında konuşmak kolaydı çünkü. Bir taraftan da aramalara devam ediliyordu.
Kadir için korkulu günler başlamıştı. O küçücük kafasının içinde bin türlü fikir dolaşıyordu. Ama korkunun ecele faydasının olmadığını o da biliyordu. Üzerine aldığı görevi sonuna kadar yerine getirecekti. Sabah erkenden hayvanları meraya sürüyor, akşam eve getiriyordu. Günler biraz daha sıkıcı olmaya başlamıştı.
Yine sıcak bir Temmuz günüydü. Henüz güneş doğmamıştı.Dışarıda tatlı bir esinti vardı. Sığırlar köy meydanına birer ikişer toplanmaya başlamıştı. Kadir'in annesi oğlunu uyandırmak için hayli çaba harcadı. Çocuk uyandı. Yatağın içinde bir müddet oturdu. Uyku çok tatlı geliyordu. Canı yataktan çıkmak istemiyordu. Tekrar uzanıp yatağa, yorganı kafasına örttü. Kimselerin sesini duymak istemiyordu belli ki. Annesinin sesi yine odada çınladı. Biraz öfkeli ve daha yüksek bir tonda;
-Kalk sana a oğlum. Niye mızmızlanıyorsun? İşin seni bekliyor, dedi.
Kadir yeniden yorganı attı üstünden çaresizlik içinde gömleğini aldı, kollarını uyuşuk uyuşuk taktı. Pantolonunu aldı, ayağının birini taktı, ikinci ayağını takarken yanlışlıkla aynı paçaya takmıştı. Tökezleyip düştü. Bu düşmenin sonucunda uykusu açıldı. Pantolonu düzeltip giydikten sonra Mutfağa geçti. Zaten evleri bir oda, bir mutfak bir de ara holden oluşuyordu. Annesi sofrayı hazırlamıştı. Kadir sofraya baktı . Daha oturmadan iştahı kaçtı. Sofrada biraz ekmek ve bir tabakta kaymak vardı. Ekmek soğuk, kaymak soğuk, onun canı bir bardak da olsa çay istemişti. Ama artık çok geç olduğunu biliyordu. Olanla karnını doyurdu. Yerden ekmek çıkınını aldı beline bağladı. Sopasını aldı, kapıdan çıktı. Köy meydanına yürürken nedense o gün bir hafiflik vardı içinde. Buna bir anlam veremiyordu. Meydanda toplanan hayvanları sürmeye başladı.
Güneşin ilk ışıkları tepelerin arasından ovaya iplik iplik süzülüyordu. Her şey güzel görünüyordu. Sürünün en hantal sığırları canlanmıştı o gün sanki. İçindeki bu dolu dizgin sevincin sebebini yol boyunca düşündü, ama bir anlam veremiyordu. Yayılım yerine gelinmişti. Hayvanlar yayılmaya başlamıştı. Kadir de yüksekçe bir taşın üzerine çıkıp oturmuş etrafı izliyor, bir taraftan da bildiği türkülerden birini mırıldanıyordu. Zaman epey ilerlemiş öğlen olmak üzereydi. Sabahki o tatlı esintiden eser kalmamıştı. Bir sıcak bastırmıştı ki ortalık kavruluyordu. Kadir etrafa göz gezdirirken birden gözü bir taş yığınına takıldı. Taş yığının arasına kara sinekler hızla girip çıkıyorlardı. Kalabalık bir sinek kümesi durmadan vızıldayıp taş yığına girip çıkıyor.
-Bu hayra alamet değil, dedi Kadir kendi kendine.
Taş yığınına usulca yaklaştı. Eğilip taşların arasından içeriye doğru bakınca, Tüyleri ürperdi. Gözlerine inanamadı.Geri çekildi. Bu bir rüya mı yoksa deyip kendini yokladı. Yok rüya değildi. Cesaretini topladıktan sonra eğilip bir daha dikkatlice baktı. Yanılmıyordu.Bir insan kolu dirsekten ilerisi görünüyor, etleri çürümeye başlamış, çevreye müthiş bir koku yayılıyor. Korktu hızla geri çekildi. Ne yapacağına bir süre karar veremedi. Şok olmuştu. Bir süre sonra kendisini toparlayıp bir plan yaptı. Hayvanları köyün yakınına tarlalara sürdü. Babasına seslenip yanına gelmesini istedi. Kadir gördüklerini heyecanla bir nefeste babasına anlattı. Babası duyduklarının doğruluğunu test etmek için oğluyla olay yerine gitti. Durumu kendi gözleriyle gördükten sonra çocuğa korkmaması için nasihalarda bulundu. Daha sonra köye dönüp muhtarı buldu. Gördüklerini anlattı. Kadirin babası ile köy muhtarı ilçenin yolunu tuttular. İlk olarak kaymakam Nihat beyi bulup durumu anlattılar. Kaymakam gerekli birimleri haberdar edip ilgililer ile olay yerine gittiler.
Herkes çok heyecanlıydı. Taşlar tek, tek kaldırıldı. Elbiseleri ile birlikte bir battaniyeye sarılmış bir erkek cesedi. Üstüne mazot dökülmüş, cesedin yanması için ayak ucuna da bir kutu kibrit yakılarak bırakılmış. Ancak yanma işi gerçekleşmemiş. Cesette yapılan teferruatlı incelemede; ağzının içinden tek el ateş edilmiş kurşun başının arkasına doğru işlemiş bir kurşun yarası vardı. İlk akla gelen Erol oldu. Çünkü yakın zamanda olan tek olaydı. Hemen kız kardeşi teşhis için olay yerine çağrıldı. kadın ilçe merkezinde oturuyordu. Kısa sürede olay yerine geldi. Ağabeyini dişlerinden teşhis etti. Ancak daha emin olmak için elbiselerini inceledi. Kolunu kaldırdı. Koltuk altına mazot geçmediği için gömleğin rengi de değişmemişti. O gün üzerinde olan gömlek renginden de teşhis etti. Kadıncağız ağlayamıyordu. Çünkü olayın üzerinden bir aya yakın zaman geçmişti. Ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Ayağa kalktı. Etrafına bakındı. Kaymakam Nihat beye doğru yürüdü. Boynuna sarılıp hıçkırarak;
-Ağabeyimin katillerini bulun, hesap sorun. O bunları hak etmedi kaymakam bey, diyebildi.
Gelen yetkililer cesedi alıp ilçeye döndüler. İlçede üst düzey bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda stratejik plan hazırlandı ve işe başlandı.
Olayın düğümünü çözecek kişi şoför Ramazan arabaya bindirildi. Toplantıya katılan ve soruşturmayla ilgili bütün kişiler de arabaya bindi. Elazığ'a duruşmaya götürüyoruz deyip ramazanı da aldılar arabaya. Olay yeri Elazığ Karakoçan arasında Yeniköy'ün üst tarafında Bağlı ağaç denilen mıntıkadaydı. Asfalttan bakılınca taş yığını görünüyordu. Araba olay yerinden geçerken Ramazan'ın davranışları yakından göz hapsinde izlenecekti. Söylenenler yapıldı. Tam olay yerinden geçerken Ramazanın tedirgin davranışları dikkat çekti. Taş yığınına doğru bakarken gözleri dolu dolu oldu. Sanki orada bir ceset var der gibiydi bakışları.
Hemen araba durduruldu. Herkes arabadan indi. Ramazan inmek istemedi. Onu da indirdiler arabadan. Olayı anlatmasını istendiler. Bir iki yok moktan sonra Kaymakam devreye girdi ve;
- Bak beyim biz cesedi bulduk her şeyi çözdük istersen daha fazla çabalama, söylediklerin aleyhine olur. Paşa paşa doğruları anlat, dedi.
Sorulan küçük sorulardan sonra Ramazan taş yığınına doğru bir daha baktı. Taşların kaldırıldığını görünce işin ciddiyetini anladı ve başladı anlatmaya;
-Erol Kara yollarının mutemedi idi. Bingöl'ün Solhan ilçesinde çalışan işçilerin maaşını götürecekti. Benim bundan haberim vardı Kendi köylüm Mustafa ile plan yaptık. Arabayla gelecektik. Yukarı ovacık köyünde Mustafa'yı yol kenarından alacaktım. Yolun uygun bir yerinde Erolu halledecektik. Paraları alıp gidecektik. Plan doğru işledi. Elazığ'dan Erol ile birlikte yanımızda parayla yola çıktık. Karakoçan'a bağlı Yukarıovacık köyüne geldik. Mustafa yol kenarında el kaldırdı. Ben onu almak için yavaşladım. Erol; kimseyi alma, ortam kötü, yanımızda para var diye beni uyardı. Ama ben; bir şey olmaz dedim. Mustafa'yı aldıktan sonra buraya geldik. Arabayı durdurduk. Erol şüphelendi ama fırsat vermeden onu silah zoruyla arabadan indirdik. Şu görünen Yeniköy çok yakındı ses duyulmasın diye Mustafa silahı ağzına sokup bir el ateş etti. Cesedi arabadan aldığımız battaniyenin içine sardık. Şu taşların olduğu yere yatırdık. Arabanın yedeğinden aldığımız bir bidon mazotu üstüne döktük. Bir kutu kibriti yakıp ayak ucuna bıraktık. Şansızlık kibrit sönmüş. Yansaydı bütün bunlar olmazdı, dedi ve yutkundu. Etrafına uzun uzun bakındıktan sonra devam etti.
- Sonra arabaya bindik. On kilometre daha gittik. Orada arabayı durdurduk. Mustafa ön kapı camına bir el ateş etti. Ben Mustafa'yı ve arabayı orada bıraktım Karakoçan'a geldim. Sonrasını biliyorsunuz. Mustafa nereye gitti bilmiyorum. Paraları o götürdü dedi.
Bunları anlattıktan sonra yüzünde bir rahatlama belirmişti Ramazan'ın. Büyük bir yükten kurtulmuş gibiydi.
Oraya gelenler aradıklarını bulmuşlardı. Onlar da rahatlamıştı. Çünkü karanlık bir olay aydınlanmıştı. Tabi bu olayın aydınlanmasında çoban Kadir'in dikkatli davranışını da unutmamak gerekir. Kaymakam Nihat bey Kadir'i unutmadı. Ona da teşekkür ettikten sonra ilçeye döndüler. Ramazan bu itiraflardan sonra tutuklandı. Asıl suçlu Mustafa yakalanmamıştı. Çalışmalar başlatıldı. Birtakım araştırmalardan sonra Mustafa'nın da izi bulundu. Bingöl merkezde oturuyordu. Adres öğrenildi. İlgililer ile temas kuruldu. Yakalanması için ekip kuruldu. Ekibin başında yine Kaymakam Nihat bey vardı. Sabahın erken saatinde ev sarıldı. Kapıyı polis memurları çaldı. İçerden gür ama tedirgin bir ses;
- Kim o... dedi
Polis karalı bir sesle;
- Aç polis dedi.
İçerdeki ses;
- Benim polislik ne işim olabilir ki? dedi.
Pijamalı, sarışın, kısa boylu, tıknaz bir adam kapıyı açtı. Kapının ortasına durdu. Polisler geçmek istedi, adam müsaade etmiyordu. Tam o sırada polis ani bir hareketle bunu yakalayıp ellerini arkadan kelepçeledi. Evin içinde aramalara başladılar. İlk göze çarpan adamın hanımları oldu. İki evliydi. Evin içi çocuk kaynıyordu. Her bir hanımdan beş altı çocuğu vardı. Masanın altında para demetleri, karyolanın yatağı kaldırıldı. Yatağın altına serilmiş demet, demet paralar. Yastığın altından iki tane pasaport çıktı. Bu pasaportlardan birisi kendi adına, diğeri ise küçük hanımının adına alınmış ve bu pasaportlar ile hac ziyareti yapılacakmış. Ayrıca dokuz milimetre çapında on dörtlü tabanca bulundu. Gasp ettikleri paranın tamamı dokuzyüzellibin lira. bu paradan harcanan toplam para otuzbeşbin lira. Geri kalan para yakalandı. Toplanan kanıtlar ile birlikte Mustafa adliyeye teslim edildi. Mustafa da tutuklanarak ceza evine konuldu. Bu olay 1976 yılının Temmuzu'nda meydana gelmişti.
Olaylar hakında konuşmadan önce bekleyip görmek ve doğru değerlendirmede bulunmak için zamana ihtiyacımızın olduğunu unutmayalım. Acele edersek yanlış yargılara varabiliriz.
Ali Akdoğan
Kadir yarı uyanık yarı uykulu önüne konan ekmekten lokmalar koparıp ağzına koyuyor, bir taraftan da kaseden yoğurt kaşıklıyordu. Bütün bunları yaparken bile gözleri uykudan açılmıyordu. Son bir çabayla gözlerini kocaman açtı. Ekmek çıkınını yerden alıp beline bağladı. Duvara yaslı sopasını aldı. Yarı uyuşuk bir halde kapıdan dışarıya attı kendini. Meydanda toplanan sığırlara doğru yürüdü. Durdu ve yüksek sesle bağırarak;
-Haydi komşular, sığırları süreceğim, dedi.
Biraz daha bekledi. Güneşin ilk ışıkları ufuktan ovaya yeni yeni süzülmeye başlamıştı. Önünde toplanan sığırları bir iki sopa hareketiyle yola çıkardı. Köyün güney yamacına doğru yürüdüler hep birlikte. Kadir hayvanları çok seviyordu. Ama yalnızlık çok canını sıkıyordu. Akşama kadar konuşacak, oynayacak bir arkadaş bulamamak onu çileden çıkarıyordu. Ama ailenin geçimine katkıda bulunmanın gururu ona haz veriyordu. Canı sıkılsa da bunları düşünüp mutlu oluyordu. Hele bazen öyle olaylar oluyordu ki saatlerce seyretse doyamıyordu. Kendi kafasında bazı oyunlar tasarlıyor ve hayvanların o oyunları oynadığını düşünüyordu.
İki tosunun kavgası veya iki eşeğin boğuşması Kadir için iki pehlivanın güreşmesinden farksızdı. At sineğinden huysuzlanıp koşmaya başlayan sığırları yüz metre koşan atletlere benzetir, yarışlarını ilgiyle izler, kazananı alkışlardı.
Ne kadar eğlenceli de olsa zaman zor geçiyordu. Kolunda saat olmadığı için gölgesini ayakla sayarak ölçüyor ve güneşin batıya dönüp gölgenin büyüdüğünü görmek Kadir'in en çok sevindiği saatler olurdu. Güneş batıya yaklaştıkça sevinci çoğalıyordu. Çünkü eve dönüş saati yaklaşıyordu. Güneş batıda ufuktan kaybolunca dünyalar onun olurdu. Hele bir de hayvanlar iyi doymuşsa büyükler ondan övgüyle söz edeceklerdi. Bunları düşündükçe sevinci bir kat daha artardı.
Nihayet o gün de akşam olmuştu. Sürü köye doğru yola koyuldu. Yamaçtan aşağı inerken bir kuş kadar hafiflemişti Kadir. Dağda yalnız geçecek günler sayılıydı ve onlardan bir tanesi daha bitmişti. Hayvanlar köyün içine dağıldı. Bir telaş başladı sokaklarda. Hayvan sahipleri hayvanlarını ayırıp evlerine götürüyordu.
Kadir görevini yüzünün akıyla yapmış olmanın gururu ile ve yaşına göre daha bir ağırbaşlılıkla eve doğru yürüdü. Kapının önünde duvara yasladı sopasını. Belinde bağlı olan ekmek çıkınını açtı
yere bıraktı. Kovadan bir tas su alıp içti. Çok yorulmuştu. Yan tarafta bulunan taşa usulca oturdu. Gözleri çevresinde babasını aradı, yoktu. Annesi sığırları yerine bağlamış ineklerden süt sağıyordu. Sarı inek kuyruğunu bir yelpaze gibi; bir sağa, bir sola sallarken arada bir Elif ananın suratına kırbaç gibi vuruyordu. Canı yanan kadın durup durup bağırıyor, ineğe verip veriştiriyordu. Bazen de canı çok yanınca hem ineği sağıyor hemde alttan, alttan yumruklayıp duruyordu. Kadir onları izlerken kendini gülmekten alamıyor, kahkahalar atıyordu.
Oturduğu taştan kalktı köy meydanında oynayan çocuklara doğru yürüdü. Onun da canı oynamak istiyordu. Çocuklar Kadir'in geldiğini görünce ona doğru döndüler. Tebessüm ederek onu karşıladılar. Hepsi çok heyecanlıydı. Duydukları olayı Kadir'e anlatmak istiyorlardı. En sabırsızı Cemal'di. Dayanamayıp;
-Duydun mu Kadir olanları? dedi
Kadir şaşkın bir tavırla;
-Yooo.. Neyi? dedi.
Cemal devam etti;
- Bugün Elazığ Kara yolları Bölge mutemedi Erol Erdem Elazığ'dan parayı almış Bingöl'ün Solhan ilçesinde çalışan yol işçilerine dağıtmak için Bingöl'e götürüyormuş. Sarıcan tepesine gelmişler. Orada arabayı durdurmuş. Arabadan indikten sonra silahını çekmiş ve havaya bir iki el ateş etmiş. Arabanın şoförü; Niye ateş ediyorsun? demiş. Erol da; Silahımı deniyorum demiş. O sırada taşların arasına gizlenmiş bir kaç terörist çıkmış. Şoförü bağlamışlar. Erol da onlarla birlikte kaçıp gitmiş, dedi.
Kadir heyecanla ve korkuyla;
-Sonra ne olmuş? Şoför ne yapmış? dedi
Cemal'ın sözünü kesen Hasan Devam etti.
- Şoför kendini çözmüş, gidip Karakoçan'da adliyeye teslim olmuş, dedi.
Kadir'in gözleri heyecandan fal taşı gibi açılmıştı. Olayı anlayamamanın sersemliği içindeydi. Anlatılanlar onu dehşete düşürmüştü.
-Çocuk başımla dağlarda sığır güdüyorum. Ya bir gün gelip beni de bağlasalar, hayvanları alıp götürseler, diye mırıldandı kendi kendine.
Küçük kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. Benzi sarardı. Gözleri karardı. Olduğu yerde dondu kaldı. Arkadaşları onu alıp evine götürdüler. Çok bitkin görünüyordu. Annesi yatağını serdi. Yatağa yatırdılar. Epey zaman sonra kendine geldi. Gözlerini açınca karşısında babasını, başucunda annesini gördü. Kalbi sevinçle ve cesaretle doldu. Heyecanla;
- Baba çocuklar bir şeyler anlattılar, doğru mu? Bir de sen anlatır mısın? dedi.
Babası;
-Anlatayım oğlum, dedi
Ve alıştıra alıştıra ve korkusuz bir dille anlattı olanları. Kadir durumu anlayınca şaşkınlığını üzerinden attı ve;
_Onlar da biliyor ki sürü benim değil, Ben bir çocuğum, onların çocuklarla işi yok değil mi baba? dedi.
Babası;
- Tabi oğlum korkmana hiç gerek yok, dedi.
Kadir'in evinde bunlar konuşulurken öte yandan adliyede şoförün sorgusu devam ediyordu. Şoförün ifadesinde bazı şüpheli noktalar vardı. Mesela şoför tarafındaki kapı camına sıkılan kurşun. Eğer şoför doğru söylüyorsa bu kurşunun mutlaka şoförün bir yerine isabet etmesi gerekirdi. Oysa şoförde en ufak bir çizik yoktu. Şoför yalan söylüyor olabilir düşüncesi ile göz altında tutuldu. Ancak şoför o gece bir yolunu bulup nezaretten kaçmış Elazığ'a kadar gitmeyi başarmıştı.
Sabah saat on sıralarında şehir içindeki yollarda bakım yapan kara yolları işçilerinden birisi bekleyen bir taksinin içinde oturan kişinin parayı çaldıran şoför olduğunu fark etti. Taksideki şoförün tedirgin davranışları gözden kaçmıyordu. Belli ki kaçacaktı. Onu gören işçi durumu arkadaşlarına anlattı ve onu izlemelerini tembih ettikten sonra kendisi hızla en yakındaki polis karakoluna gidip durumu bildirdi. Bir kaç dakika sonra polis ekibiyle geri döndü. Taksiyi saran polisler kaçak şoförü kıskıvrak yakaladılar ve Karakoça'a geri gönderdiler. Belli ki daha sıkı tutulması gerekiyordu. Bütün tedbirler alındı.
Kaymakam Nihat bey soruşturmayla bizzat ilgileniyordu. Ama aydınlatılması için zamana ihtiyaç vardı.
İlçede bir dedikodu furyası başladı.
Kimileri;
- Erol o paraya tenezzül etmez. Bunda bir iş var, diyordu.
Bazıları;
- Babası ağaydı zulüm yaptı oğlu daha büyüğünü yaptı. Lanet olsun bunların sülalesine diyordu.
Başkaları;
- Devlet babanın eli, kolu uzundur. Mutlaka yakalanıp cezasını çekecek, diyordu.
Bir diğerler;
- O para fakir fukaranın alın teridir kimsenin boğazından kolay kolay geçmez, diyordu.
Bu konuşmalar uzadıkça uzadı. Çoğaldıkça çoğaldı. Kimileri Erol'u övüp göklere çıkarıyor, bazıları da yererek yerin dibine geçiriyordu. Gıyabında konuşmak kolaydı çünkü. Bir taraftan da aramalara devam ediliyordu.
Kadir için korkulu günler başlamıştı. O küçücük kafasının içinde bin türlü fikir dolaşıyordu. Ama korkunun ecele faydasının olmadığını o da biliyordu. Üzerine aldığı görevi sonuna kadar yerine getirecekti. Sabah erkenden hayvanları meraya sürüyor, akşam eve getiriyordu. Günler biraz daha sıkıcı olmaya başlamıştı.
Yine sıcak bir Temmuz günüydü. Henüz güneş doğmamıştı.Dışarıda tatlı bir esinti vardı. Sığırlar köy meydanına birer ikişer toplanmaya başlamıştı. Kadir'in annesi oğlunu uyandırmak için hayli çaba harcadı. Çocuk uyandı. Yatağın içinde bir müddet oturdu. Uyku çok tatlı geliyordu. Canı yataktan çıkmak istemiyordu. Tekrar uzanıp yatağa, yorganı kafasına örttü. Kimselerin sesini duymak istemiyordu belli ki. Annesinin sesi yine odada çınladı. Biraz öfkeli ve daha yüksek bir tonda;
-Kalk sana a oğlum. Niye mızmızlanıyorsun? İşin seni bekliyor, dedi.
Kadir yeniden yorganı attı üstünden çaresizlik içinde gömleğini aldı, kollarını uyuşuk uyuşuk taktı. Pantolonunu aldı, ayağının birini taktı, ikinci ayağını takarken yanlışlıkla aynı paçaya takmıştı. Tökezleyip düştü. Bu düşmenin sonucunda uykusu açıldı. Pantolonu düzeltip giydikten sonra Mutfağa geçti. Zaten evleri bir oda, bir mutfak bir de ara holden oluşuyordu. Annesi sofrayı hazırlamıştı. Kadir sofraya baktı . Daha oturmadan iştahı kaçtı. Sofrada biraz ekmek ve bir tabakta kaymak vardı. Ekmek soğuk, kaymak soğuk, onun canı bir bardak da olsa çay istemişti. Ama artık çok geç olduğunu biliyordu. Olanla karnını doyurdu. Yerden ekmek çıkınını aldı beline bağladı. Sopasını aldı, kapıdan çıktı. Köy meydanına yürürken nedense o gün bir hafiflik vardı içinde. Buna bir anlam veremiyordu. Meydanda toplanan hayvanları sürmeye başladı.
Güneşin ilk ışıkları tepelerin arasından ovaya iplik iplik süzülüyordu. Her şey güzel görünüyordu. Sürünün en hantal sığırları canlanmıştı o gün sanki. İçindeki bu dolu dizgin sevincin sebebini yol boyunca düşündü, ama bir anlam veremiyordu. Yayılım yerine gelinmişti. Hayvanlar yayılmaya başlamıştı. Kadir de yüksekçe bir taşın üzerine çıkıp oturmuş etrafı izliyor, bir taraftan da bildiği türkülerden birini mırıldanıyordu. Zaman epey ilerlemiş öğlen olmak üzereydi. Sabahki o tatlı esintiden eser kalmamıştı. Bir sıcak bastırmıştı ki ortalık kavruluyordu. Kadir etrafa göz gezdirirken birden gözü bir taş yığınına takıldı. Taş yığının arasına kara sinekler hızla girip çıkıyorlardı. Kalabalık bir sinek kümesi durmadan vızıldayıp taş yığına girip çıkıyor.
-Bu hayra alamet değil, dedi Kadir kendi kendine.
Taş yığınına usulca yaklaştı. Eğilip taşların arasından içeriye doğru bakınca, Tüyleri ürperdi. Gözlerine inanamadı.Geri çekildi. Bu bir rüya mı yoksa deyip kendini yokladı. Yok rüya değildi. Cesaretini topladıktan sonra eğilip bir daha dikkatlice baktı. Yanılmıyordu.Bir insan kolu dirsekten ilerisi görünüyor, etleri çürümeye başlamış, çevreye müthiş bir koku yayılıyor. Korktu hızla geri çekildi. Ne yapacağına bir süre karar veremedi. Şok olmuştu. Bir süre sonra kendisini toparlayıp bir plan yaptı. Hayvanları köyün yakınına tarlalara sürdü. Babasına seslenip yanına gelmesini istedi. Kadir gördüklerini heyecanla bir nefeste babasına anlattı. Babası duyduklarının doğruluğunu test etmek için oğluyla olay yerine gitti. Durumu kendi gözleriyle gördükten sonra çocuğa korkmaması için nasihalarda bulundu. Daha sonra köye dönüp muhtarı buldu. Gördüklerini anlattı. Kadirin babası ile köy muhtarı ilçenin yolunu tuttular. İlk olarak kaymakam Nihat beyi bulup durumu anlattılar. Kaymakam gerekli birimleri haberdar edip ilgililer ile olay yerine gittiler.
Herkes çok heyecanlıydı. Taşlar tek, tek kaldırıldı. Elbiseleri ile birlikte bir battaniyeye sarılmış bir erkek cesedi. Üstüne mazot dökülmüş, cesedin yanması için ayak ucuna da bir kutu kibrit yakılarak bırakılmış. Ancak yanma işi gerçekleşmemiş. Cesette yapılan teferruatlı incelemede; ağzının içinden tek el ateş edilmiş kurşun başının arkasına doğru işlemiş bir kurşun yarası vardı. İlk akla gelen Erol oldu. Çünkü yakın zamanda olan tek olaydı. Hemen kız kardeşi teşhis için olay yerine çağrıldı. kadın ilçe merkezinde oturuyordu. Kısa sürede olay yerine geldi. Ağabeyini dişlerinden teşhis etti. Ancak daha emin olmak için elbiselerini inceledi. Kolunu kaldırdı. Koltuk altına mazot geçmediği için gömleğin rengi de değişmemişti. O gün üzerinde olan gömlek renginden de teşhis etti. Kadıncağız ağlayamıyordu. Çünkü olayın üzerinden bir aya yakın zaman geçmişti. Ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Ayağa kalktı. Etrafına bakındı. Kaymakam Nihat beye doğru yürüdü. Boynuna sarılıp hıçkırarak;
-Ağabeyimin katillerini bulun, hesap sorun. O bunları hak etmedi kaymakam bey, diyebildi.
Gelen yetkililer cesedi alıp ilçeye döndüler. İlçede üst düzey bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda stratejik plan hazırlandı ve işe başlandı.
Olayın düğümünü çözecek kişi şoför Ramazan arabaya bindirildi. Toplantıya katılan ve soruşturmayla ilgili bütün kişiler de arabaya bindi. Elazığ'a duruşmaya götürüyoruz deyip ramazanı da aldılar arabaya. Olay yeri Elazığ Karakoçan arasında Yeniköy'ün üst tarafında Bağlı ağaç denilen mıntıkadaydı. Asfalttan bakılınca taş yığını görünüyordu. Araba olay yerinden geçerken Ramazan'ın davranışları yakından göz hapsinde izlenecekti. Söylenenler yapıldı. Tam olay yerinden geçerken Ramazanın tedirgin davranışları dikkat çekti. Taş yığınına doğru bakarken gözleri dolu dolu oldu. Sanki orada bir ceset var der gibiydi bakışları.
Hemen araba durduruldu. Herkes arabadan indi. Ramazan inmek istemedi. Onu da indirdiler arabadan. Olayı anlatmasını istendiler. Bir iki yok moktan sonra Kaymakam devreye girdi ve;
- Bak beyim biz cesedi bulduk her şeyi çözdük istersen daha fazla çabalama, söylediklerin aleyhine olur. Paşa paşa doğruları anlat, dedi.
Sorulan küçük sorulardan sonra Ramazan taş yığınına doğru bir daha baktı. Taşların kaldırıldığını görünce işin ciddiyetini anladı ve başladı anlatmaya;
-Erol Kara yollarının mutemedi idi. Bingöl'ün Solhan ilçesinde çalışan işçilerin maaşını götürecekti. Benim bundan haberim vardı Kendi köylüm Mustafa ile plan yaptık. Arabayla gelecektik. Yukarı ovacık köyünde Mustafa'yı yol kenarından alacaktım. Yolun uygun bir yerinde Erolu halledecektik. Paraları alıp gidecektik. Plan doğru işledi. Elazığ'dan Erol ile birlikte yanımızda parayla yola çıktık. Karakoçan'a bağlı Yukarıovacık köyüne geldik. Mustafa yol kenarında el kaldırdı. Ben onu almak için yavaşladım. Erol; kimseyi alma, ortam kötü, yanımızda para var diye beni uyardı. Ama ben; bir şey olmaz dedim. Mustafa'yı aldıktan sonra buraya geldik. Arabayı durdurduk. Erol şüphelendi ama fırsat vermeden onu silah zoruyla arabadan indirdik. Şu görünen Yeniköy çok yakındı ses duyulmasın diye Mustafa silahı ağzına sokup bir el ateş etti. Cesedi arabadan aldığımız battaniyenin içine sardık. Şu taşların olduğu yere yatırdık. Arabanın yedeğinden aldığımız bir bidon mazotu üstüne döktük. Bir kutu kibriti yakıp ayak ucuna bıraktık. Şansızlık kibrit sönmüş. Yansaydı bütün bunlar olmazdı, dedi ve yutkundu. Etrafına uzun uzun bakındıktan sonra devam etti.
- Sonra arabaya bindik. On kilometre daha gittik. Orada arabayı durdurduk. Mustafa ön kapı camına bir el ateş etti. Ben Mustafa'yı ve arabayı orada bıraktım Karakoçan'a geldim. Sonrasını biliyorsunuz. Mustafa nereye gitti bilmiyorum. Paraları o götürdü dedi.
Bunları anlattıktan sonra yüzünde bir rahatlama belirmişti Ramazan'ın. Büyük bir yükten kurtulmuş gibiydi.
Oraya gelenler aradıklarını bulmuşlardı. Onlar da rahatlamıştı. Çünkü karanlık bir olay aydınlanmıştı. Tabi bu olayın aydınlanmasında çoban Kadir'in dikkatli davranışını da unutmamak gerekir. Kaymakam Nihat bey Kadir'i unutmadı. Ona da teşekkür ettikten sonra ilçeye döndüler. Ramazan bu itiraflardan sonra tutuklandı. Asıl suçlu Mustafa yakalanmamıştı. Çalışmalar başlatıldı. Birtakım araştırmalardan sonra Mustafa'nın da izi bulundu. Bingöl merkezde oturuyordu. Adres öğrenildi. İlgililer ile temas kuruldu. Yakalanması için ekip kuruldu. Ekibin başında yine Kaymakam Nihat bey vardı. Sabahın erken saatinde ev sarıldı. Kapıyı polis memurları çaldı. İçerden gür ama tedirgin bir ses;
- Kim o... dedi
Polis karalı bir sesle;
- Aç polis dedi.
İçerdeki ses;
- Benim polislik ne işim olabilir ki? dedi.
Pijamalı, sarışın, kısa boylu, tıknaz bir adam kapıyı açtı. Kapının ortasına durdu. Polisler geçmek istedi, adam müsaade etmiyordu. Tam o sırada polis ani bir hareketle bunu yakalayıp ellerini arkadan kelepçeledi. Evin içinde aramalara başladılar. İlk göze çarpan adamın hanımları oldu. İki evliydi. Evin içi çocuk kaynıyordu. Her bir hanımdan beş altı çocuğu vardı. Masanın altında para demetleri, karyolanın yatağı kaldırıldı. Yatağın altına serilmiş demet, demet paralar. Yastığın altından iki tane pasaport çıktı. Bu pasaportlardan birisi kendi adına, diğeri ise küçük hanımının adına alınmış ve bu pasaportlar ile hac ziyareti yapılacakmış. Ayrıca dokuz milimetre çapında on dörtlü tabanca bulundu. Gasp ettikleri paranın tamamı dokuzyüzellibin lira. bu paradan harcanan toplam para otuzbeşbin lira. Geri kalan para yakalandı. Toplanan kanıtlar ile birlikte Mustafa adliyeye teslim edildi. Mustafa da tutuklanarak ceza evine konuldu. Bu olay 1976 yılının Temmuzu'nda meydana gelmişti.
Olaylar hakında konuşmadan önce bekleyip görmek ve doğru değerlendirmede bulunmak için zamana ihtiyacımızın olduğunu unutmayalım. Acele edersek yanlış yargılara varabiliriz.
Ali Akdoğan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)