30 Kasım 2012 Cuma

Yarını Bugünden Kestirmek

  Yıl 1998. Okulun birinde okul müdürü olarak görev yapıyordum. Altıncı sınıftan Mustafa adındaki bir öğrenci teneffüs saatinde okulun bahçesinde başka bir öğrenci ile kavga ettikten sonra koşarak mahallede fırıncılık yapan babasının yanına gitmiş ve okulda dövüldüğünü söyleyerek yardım istemiş.
   Zil çaldı. öğrenciler sınıflarına girdiler. Ben de müdür odasının penceresinden okulun bahçesini seyrediyordum. Okulun batısındaki bahçe kapısından Mustafa, arkasından babası, onun arkasından fırında hamurcu olarak çalışan işçisi, onun arkasından, pide açan tırnakçı tabir ettikleri işçi, onun arkasından ocakta pişirimi yapan kürekçi, onun arkasından hamur pasalarını taşıyan pasacı ve fırında misafir olarak bulunan iki yakınları tespih taneleri gibi sıraya dizilmiş misalı okulun bahçesine girdikten sonra, hızlı adımlarla, bazen de koşarak müdür odasına doğru geldiler.
   Kapı açıldı; içeriye sırayla girdiler. Oturacak yer gösterdim. Geleceklerin tamamlanmasını bekledim. Biraz bekledikten sonra;
    - Hepiniz bu kadar mısınız? dedim alaylı bir sesle.
    Mustafa'nın babası Hasan, kendinden emin bir sesle;
    - Evet hocam hepimiz bu kadarız, yetmez mi?
    Gülümseyerek yüzüne baktım ve;
    - Yok yeter de ben daha gelecek var mı diye sordum, dedim
    Hasan burnundan soluyordu. Heyecanlı bir ses tonuyla;
     - Müdürüm okulun bahçesinde bizim Mustafa'yı dövmüşler. Ben sinirli bir insanım. Adamın birini bıçakladım. Ceza evine girmiştim, yeni çıktım. dedi.
       Bunları anlatırken kendisiyle gurur duyduğu her haliyle belliydi. Adam bıçaklamanın ve ceza evinde yatmanın gurur verici bir şey olduğunu konuşmasıyla çevresindekilere hissettiriyordu. Bu durum benim hoşuma gitmedi. Sakin bir konuşma tarzıyla;
      - Bak Hasan senin oğlun yanlış yaptı. Okuldaki öğrenci kavgalarını biz çözeriz. Senin oğlun iki adım yakınındaki nöbetçi öğretmene gelmiyor. Müdür yardımcısına gelmiyor. Okul müdürüne gelmiyor. Koşarak beş yüz metre uzakta bulunan fırına geliyor. Siz beş altı kişi işinizi bırakıp koşarak okula geliyorsunuz. Bu tür okula gelmenin suç olduğunu bilmiyorsunuz sanırım. Bu davranışınız okula saldırıdır. Eğitim öğretimde barış ortamını bozmaya girer ve ben şu anda güvenlik güçlerine haber versem sizi topluca götürüp içeri atarlar. Sen adam bıçaklamayı bir marifetmiş gibi oğlunun yanında anlatıyorsun. Yarın gelecekte onun da adam bıçaklayıp içeri düşmesini ister misin? Erkeklik  adam bıçaklamakla değil, erkeklik kendine hakim olup seni sinirlendiren adamı bıçaklamaktan kendini koruyup vazgeçmekle olur. Çocuğunun yanında böyle konuşursan yarın o da senin gibi yanlış işler yapar. Sen adam bıçaklamakla yanlış bir iş yapmışsın. Çocuklarını seviyorsan ve onların iyi birer insan olmalarını istiyorsan bu olayı bir daha çocuklarının yanında konuşma. Bu sana bir arkadaş tavsiyesidir, bunu hiç unutma, dedim.
     Hasan bunları duyduktan sonra neye uğradığını şaşırdı. Böyle bir yaklaşım beklemediği her halinden belliydi. Bu şekilde okula gelmekten pişmanlık duymuş olmalı ki;
     - Müdürüm kusura bakma yanlış yaptık. Bir daha böyle bir hata yapmayacağıma söz veriyorum dedi.
    Gelenler topluca kalkıp gittiler. Mustafa odada kaldı. Biraz nasihat ettikten sonra sınıfına gönderdim.
    Aradan bir yıl kadar zaman geçmişti sanırım. Birgün öğretmenlerden birisi Mustafa'nın agresif davrandığını ve sınıfa girmek istemediğini haber verdi. Okulun bahçesinde Mustafa'yı buldum. Çok gergindi. Konuşmak için çok çabaladım. Bana güvenini kazandıktan sonra okulun arka tarafındaki bahçeye geçtik. Orası tenhaydı. Kimsecikler yoktu bahçede. Mustafa ile bahçede olta atarken sohbete başladık.
   Ben küçük küçük sorular ile eşelemeye başladım.
    - Niye gerginsin? Seni bu hale getiren olayı anlatmanı istiyorum, dedim.
   Mustafa önce yüzüme baktı. Ona yardım etmeye çalıştığımı anlayınca;
    - Müdürüm babama karşı çok kinlendim, dedi.
    - Niçin? baban ne yaptı? dedim.
    - Babamın başka bir kadınla ilişkisi var. Annemi aldatıyor. Bu benim çok zoruma gidiyor. Babamı öldürmek istiyorum. Onu bıçaklayacağım, dedi
       Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı bu sözleri duyunca. Heyecanla;
     - Kimden duydun? dedim.
        Gayet sakin bir ses tonuyla;
     - Annem ile babam tartışırken  duydum. dedi
     Şok olmuştum ne söyleyeceğimi şaşırdım. bir süre sessizlik oldu sonra kendimi toplayarak;
     - Bak Mustafa bu büyüklerin sorunu. Onlar kendi sorunlarını kendileri çözsünler. Annen seni kullanıyor. Buna izin verme. Birisi annen diğeri ise baban. Sen annene yardım  etmek istiyor musun? Böyle bir yanlış iş yaparsan annene hiç yardım edemezsin. Çünkü sen hapse girdikten sonra çok şeyler değişir. Annene yardım etmek istiyorsan, onun yanında olmalısın. Yarın babanın başına bir iş gelirse evin erkeği sen olacaksın. O eve ekmek getirecek adam sen olacaksın. Hapse düşersen bunları yapabilecek misin? dedim.
    Konuşurken aynı zamanda göz ucuyla Mustafa'ın yüz ifadesini izliyordum. Konuşma ilerledikçe yüzünün gevşediğini ve yavaş yavaş aydınlandığını gördüm.Bana dönerek;
    - Müdürüm sana teşekkür ederim. Kör bir kuyuya düşmüştüm. Ne yapacağımı bilmiyordum. Çırpındıkça da dibe doğru gidiyordum. Siz elimden tutup bu kör kuyudan çıkardınız beni deyip elime sarıldı.
     O benim elimi öptü. Ben de onun gözlerinden öptüm ve sınıfına gönderdim. Ama içim rahat değildi. Okulun rehber öğretmenine durumu anlatıp çalışma yapmasını istedim.  Yapılan çalışmalar sonuç verdi. Mustafa o yıl bir şey yapmadı. Ancak ertesi yıl okulun batısındaki bahçe kapısının önünde bekleyen sivil ve aynı zamanda zekaca biraz yetersiz olan Ali isminde bir çocuğu bıçakladı. Ali'yi arabayla hasta haneye götürdük. Tedavisi için gerekli işlemler yapılırken Mustafa'nın babası geldi. Beni görünce hemen;
     - Müdürüm Ali'nin durumu nasıl? dedi.
     Pişmanlık yüzünden okunuyordu. Hemen daha önce müdür odasında yaptığımız konuşmayı hatırlattım. ve;
     - Bak Hasan çocuğunun yanında konuştuğun o günkü olayın bu olayda büyük payı var. Benim o gün ne demek istediğimi şimdi daha iyi anlamış olmalısın, dedim.
     Hasan; söylediklerimi başıyla onayladıktan sonra;
      - Biz cahil insanlarız müdürüm. Senin söylediklerini beynime yazdım ama biraz geç kaldım. Kimse bize yol göstermedi. İnşallah bundan sonra böyle şeyler olmayacak. Söz veriyorum, dedi. 
     Çocuklarımızın yarınını; bugün yanlarında yaptığımız konuşmalar ile belirliyoruz ya da etkiliyoruz. Aman dikkat. Çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız. Onların yanında daha özenli davranalım.
       
                                                                       Ali Akdoğan

24 Kasım 2012 Cumartesi

Öğretmenler Günü Kutlama Konuşması

    Sayın öğretmenlerim, sevgili okuldaşlarım. bugün burada buluşmak için bir bahanemiz var. Öğretmenler gününü kutlamak için buradayız. Hepiniz hoş geldiniz. Gününüz kutlu olsun.
 
   Türkler ilk önce Göktürk ve uygur alfabesini kullanmışlar. 8. yüzyıldan itibaren islamiyetin kabulünden sonra eski kullandıkları alfabelerden vazgeçerek Arap alfabesini kullanmaya başlamışlar.

   Kurtuluş savaşını kazanıp 29 Ekim 1923 te Cumhuriyeti kurduktan sonra, Mustafa Kemal ve Arkadaşları; askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda birçok yenilikler başlattılar. Bu yeniliklerden birisi de 1 Kasın 1928 tarihinde çıkarılan 1353 sayılı kanunla arap alfabesinin yerine Latin alfabesinin kabul edilmesidir.

    Bu tarihten itibaren yeni harflerin öğretilmesi ve okur yazar sayısının arttırılması konusunda büyük bir seferberlik başlatıldı. Açılan millet mekteplerinde Mustafa Kemal de yazı tahtasının başına geçerek bu seferberlikte görev aldı. Yetişkinlere okuma yazma öğretti. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu davranışından dolayı 11. Kasım 1928 tarihinde yaptığı toplantıda  büyük öndere Ulus Mektepleri Başöğretmenliği unvanını verdi. 24 Kasım 1928 de mustafa kemal bu unvanı resmen kabul etti. Bu günün anısına 24 Kasım; 1981 tarihinden bu güne öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır.
 
    Aslında dünyada öğretmenler günü  her yılın 5 Ekim günü kutlanmaktadır.
 
    Hani darbeleri beğenmeyiz hep eleştiririz ya.  12 Eylül darbesinin bize bir lütfu olan öğretmenler günü ve öğretmen evi  uygulamalarını mesleğimiz için bir şansızlık olarak görüyorum.İlk günden beri hep düşünüyorum. Bu adamlar bu iki şeyi neden bize lütfettiler.

      Öğretmenler günü için sorduğum sorunun cevabı olarak; darbe döneminde binlerce öğretmene işkence yapan, değişik yerlere isteklerinin dışında göndererek sürgünler yaşatan, sudan bahanelerle görevden alan paşalar. Öğretmenlerin gönlünü almak için cambaza bak cambaza misali öğretmenler gününü  öğretmenlere bir parmak bal misali hediye ettiler.

     Öğretmen evinin esprisini de çözdüm. Öğretmenler kahvehanelerden çekilsin. toplumdan soyutlansın, çünkü kahvehaneye giden öğretmenler günlük siyaseti yorumlayacaklar, memleket meselelerini konuşarak insanların ufkunu genişletecekler. Toplum gerçekleri görecek. Bu da beylerin hoşuna giden bir şey değildi. O nedenle zoraki kesilen aidatlar ile  öğretmen evlerini kurdular. Biz de dünden razıydık öyle şeylere. Hemen zokayı yuttuk. Günlük politikanın dışına çekilmek bizim de işimize geldi. Bana dokunmayan bin yaşasın dedik. Bizim çekildiğimiz alanlara tüccarlar ticaret erbapları ve diğer meslek grupları aldı. Bugünkü oluşumlardan umduğumuzu bulamıyorsak suçu biraz da kendimizde aramalıyız.  Bakın Salih arkadaşımız bizim adımıza girişimlerde bulunmuş, ama öğretmen evinde böyle bir toplantıyı yapmamıza izin vermiyorlar. Bu evlerin iyi yönleri de vardı. Otelcilik hizmetleri. Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim edelim. Gittiğiniz her yerde çekinmeden başvuracağınız mekanlar oldu. Piyasa şartlarına göre daha hesaplı hizmet verdiler. Ama hepsi o kadar.
   
     Neden insanlar bir araya gelmek için hep bahaneler üretmek zorunda hissederler kendilerini? Anlayabilmiş değilim. Birbirimizi sevmek, değer vermek ve özlemek de bir araya gelmek için bir bahane olamaz mı? Ama başkalarının ürettiği bahaneler daha çok hoşumuza gidiyor.
  
    Bir başka konuya dikkat çekmek istiyorum. O kadar çok gün bahanesi üretmişiz ki ticaretimizin önemli bir katalizörünü yaratmışız. Bu özel günlerde alınan hediyeler ve harcanan emek önemli bir ticari rantı oluşturuyor. Ticaretle uğraşan insanlar bu günlerin gelmesini iple çekiyorlar. Maddi gücü yetersiz olan insanlar ve çiftler arasında büyük sorunlar yaşanmasına neden oluyor bu günler. Kırgınlıklar kıskançlıklar eziklikler kırıla gidiyor bu günlerde. Oysa insanların birbirini sevindirmek için bahane değil miydi bu özel günler?

      Örnek mi istiyorsunuz; 14 Şubat sevgililer günü, Anneler günü, Babalar günü, Hemşireler günü, Öğretmenler günü, Dünya kadınlar günü, Dünya barış günü, Dünya su günü, Çevre günü,  Gıda günü, Tıp Bayramı, Kitap okuma haftası, orman haftası, bunların sayısını çoğaltabiliriz. Neden bir insan sevgilisini, annesini, babasını anımsamak için sadece yılın bir gününü beklesin ki? Senede bir gün barışı konuşur ve hatırlarsanız dünyaya barış gelir mi? Su havzalarını zehirli atıklarla kirletiyorsanız  dünya su gününü kutlasanız ne olur? kutlamasanız ne olur? Memlekette kadınlar bu kadar sudan bahaneler ile öldürülüyorsa kadınlar gününü kutlasanız ne olur? kutlamasanız ne olur?

    Eğitim alanında yapılan çok önemli yasalar hazırlanırken öğretmenlerin görüşünü almıyorsanız, mesleğe gereken değeri vermiyorsanız, OECD raporuna göre dünyadaki meslektaşlarından yılda 200 saat daha fazla çalıştığı halde onlardan daha az ücret alıyorsa ülkemin öğretmenleri, geçim zorluğu içindeki öğretmenlerin ek işlerde çalıştığını görmezden gelip ekonomik durumlarını iyileştirmiyorsanız, okul bitirip yıllarca atama bekleyen genç öğretmenlerin atamalarını zamanında yapmıyorsanız; öğretmenler gününü kutlasanız ne olur? kutlamasanız ne olur?
 
    Çevreyi bu kadar hoyratça kirlettikten sonra çevre gününü kutlamanın bir gereği yok. Ayrıca bana göre çevre gününün  ismini geri dönüşümcüler günü olarak değiştirmek gerekir. Çünkü çevreden o kadar çok şey topluyorlar ki bildiğiniz gibi değil. Hem çevrenin daha az kirlenmesini sağlıyorlar hem de topladıkları materyalleri ekonomiye yeniden kazandırıyorlar. Tabi yeniden üretimin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini ayrıca konuşmak gerekir.

     Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama daha fazla zamanınızı almak istemiyorum.
     Hepinize sağlıklı günler dilerken gününüzü tekrar kutluyorum. Saygılarımla.

                                                                                 Ali Akdoğan