22 Temmuz 2012 Pazar

Telefonla Şaka Kaka Olmasın

    Telefonla konuşmanın da bir adabı var. Yerine  ve adamına göre nezaket ve incelik yetmez. Her zaman nazik ve ince olunmalı. Ancak bu da yaşanarak ve görerek gelişen bir davranıştır. Bizim kuşak bu davranışları kazanmak için en az olanağa sahip kuşaktı.
    Ben telefonla ilk olarak ilkokul üçüncü sınıfta tanıştım. Öğretmenimiz bizi ilçedeki PTT ye götürdü. Yıl 1965. PTT dediysem öyle modern bir bina ve çalışan gişe görevlileri olarak hayal etmeyin. Köhne kerpiç bir bina. Koridor ve iki odalı loş ışıklı bir yer. Tek bir görevli var. Hem manyetolu telefona bakıyor. hem telgrafları yazdırıyor. Bir taraftan da mektupları kabul ediyor.  Öğleden sonra da mektup dağıtımına çıkıyor. Koridora sınıfımızdaki bütün öğrenciler doluştu. Adım atacak yer kalmadı. Cam bölmenin arkasındaki görevlinin gözleri kocaman açıldı. Bu kadar kalabalığı ilk defa PTT de görüyordu belki de. Öğretmenimizi tanıyordu. Ve ilk sorusu;
   - Hayırdır hocam baskına mı geldiniz? dedi.
   Öğretmenimiz gülümseyerek;
   - Çocukları telefonla tanıştırmaya getirdim, dedi.
   Adamın yüzü asıldı. Bu kadar işin içinde bu da nereden çıktı der gibiydi. Ama yine de sahte bir gülümsemeyle;
   - Nasıl olacak bu iş? diye sordu.
  Öğretmenimiz anlatarak anlaşmayı sağladı. İlçede çok fazla telefon abonesi yoktu. Bunların içinden uygun olan birisi seçildi. Postacı manyetolu telefonun kolunu çevirdi. Karşıdaki kişiden cevap alınınca durum anlatılıp izin alındı ve öğrencilere telefonun ahizesi teslim edildi. Herkes çok heyecanlıydı. Yanında olmayan uzaktaki bir kişinin sesini elindeki aleti kulağına götürdüğünde duyacaktı. Başkalarının heyecanını bilemem ama benim kalbim duracakmış gibi çarpıyordu. Sıra bana gelince boğazım kurudu. Sesim kısıldı. Dizlerim tir tir titriyordu. Telefonu elime aldım elimden düşürmemek için sıkıca tutarken ne diyeceğimi unuttum. Öğretmenim beni uyararak;
   - Hadi konuş, dedi.
   Heyecanım bir kat daha arttı ve sadece;
   - Alo diyebildim.
   Sesim kısık fısıltı şeklinde çıkmıştı. Karşıdaki kişi sesimi duydu mu bilmiyorum. Onun alo sesini duydum. Kulaklarımda bu ses uğuldarken  yanımdaki arkadaşım elimden ahizeyi çekti ve beni o büyük işkenceden kurtardı.
    Şimdiki nesil bu konuda çok şanslı. İlkokul öğrencilerinin cebinde cep telefonları hatta bir tane de yetmez iki,  üç telefon hattı olanlar var. Konuşuyorlar mesajlaşıyorlar. Ben ilkokul üçüncü sınıftan sonra tekrar telefonda konuşma şansını öğretmen okulunda öğrenci iken yakalayabildim. Okulun revirinde nöbetçiydim. Okulun dahili santralinden diğer nöbet noktalarındaki arkadaşlarla konuşarak sosyalleşmeye çalışıyorduk. Ama bir hata yaparak. Revir nöbetçisi, kantin nöbetçisi ve nizamiye nöbetçisi birbirimize telefon açıp; okuldaki  bazı öğretmenlerin seslerini ve konuşmalarını taklit ederek birbirimizi işletiyorduk. Bu bir eğlence gibi gelmişti ilk başta.
   Yine bu nöbet sırasında telefon çaldı, açtım. Karşıdaki ses;
   - Oğlum ben Şerafettin Sunay nöbetçi öğretmen, revirde kaç hastamız var? dedi.
   Ben karşıdakinin beni işletmeye çalışan bir arkadaş olduğu düşüncesiyle;
   - Hadi canım sen de sen kim şerafettin Sunay Olmak kim, dedim
  Karşıdaki;  yine kibar bir sesle;
   - Oğlum sen ne biçim konuşuyorsun ben öğretmen Şerafettin Sunay dedi.
   Ben yine ısrarla;
    - Hadi ordan dedim.
   Karşıdaki ses biraz kızgın;
   - Peki ben oraya geliyorum, dedi ve telefonu kapattı.
   Ben yatakhanenin en üst katındaki revirin penceresinden okulun çıkış kapısını gözetlemeye başladım. Çok geçmeden Şerafettin Sunay kapıdan çıkarak yatakhaneye doğru yürümeye başladı. Çok utanmıştım. Ne yapacağımı ne cevap vereceğimi şaşırdım. Kaçmak istedim ama gidecek bir yer yok. Çünkü orada görevlisin ve okulun öğrencisisin. Şerafettin bey merdivenlerden çıkarak revire geldi. Etrafı gezdi. Hasta sayısını sordu. Yatan hastalara kantinden süt alıp içirmemi istedi ve telefon konuşması ile ilgili hiç bir şey söylemeden gitti. Ben yerin dibine geçmiştim utancımdan. İşte bu da eğitimin bir parçasıydı. Belki beni azarlasaydı bu olay benim hayatımda bu kadar yer etmeyecekti.
    Aynı gün kantin nöbetçisi Ramazan adında bir arkadaş yanıma geldi. Revirde bir süre sohbet ettik. Giderken Ramazan'dan hasta sayısı kadar sanırım beş altı şişe süt istedim.
    - Ben revirden ayrılamıyorum bana süt getir hastalara içireceğim, dedim.
    Ramazan yanımdan ayrıldıktan sonra kantine inmiş. Bir süre sonra kaç şişe süt olacağını unutmuş. Revirin dahili numarası 08 müdürün lojmanının numarası 8 revire telefon açmak isteyince  dahili santralden 0 düşmemiş sadece 8 düşmüş ve müdürün evi bağlanmış. Ramazan,
     - Alo demiş.
  Karşıdaki ses
     - Buyrun ben okul müdürü Mahmut Sümer, demiş.
   Ramazan kendinden o kadar emin ki hiç tereddüt etmeden;
     - Ulan oğlum sen ne zaman müdür oldun? Bırak bu müdür ayaklarını da kaç şişe süt lazımdı, demiş.
    Müdür şaşkın bir sesle tekrar;
     - Oğlum sen nasıl konuşuyorsun ben okul müdürü demiş.
    Ramazan yine aynı tarzda bir ses tonuyla;
     - Basbayağı konuşuyorum işte bırak okul müdürlüğü numaralarını da kaç şişe süt istemiştin sen onu söyle, demiş.
    Müdür kızgın bir sesle,
      -Peki demiş ve telefonu kapatmış.
    Ramazan koşarak yanıma çıktı. Beti benzi atmış;
     - Biraz önce telefondaki sendin değil mi? dedi.
    Ortada bir hareketli durumun olduğunu anlamıştım.
     - Yok ben değildim, dedim.
    Ramazan'ın endişesi bir kat daha arttı ve koşarak aşağı indi. Çok geçmeden Müdür baş yardımcısı Mustafa Kocabaş'ın sesi yükseldi kantinden.
     -Hayvan herifler telefonla konuşmayı bilmiyorsunuz telefonu kullanıyorsunuz. Okul müdürüyle böyle mi konuşulur? Seni süreceğim bu okuldan utanmaz herif, dedi.
    Bir sessizlik oldu. Mustafa bey o sinirle kantinden çıkıp evine gitti. Onun lojmanı da okulun bahçesinin içindeydi.
    Ramazan süt şişelerini alıp yanıma çıktı. Morali çok bozuktu. Kendisini teselli etmeye çalışarak;
    - Arkadaş bunda senin suçun yok biz hepimiz aynı suçu işledik. İdareye gidip durumu anlatırız. Senin  bu duruma isteyerek düşmediğini, öğrencilerin telefonda öğretmenlerin selerini taklit edip kendilerini öğretmen olarak tanıttıklarını, senin de bu nedenle bu sözleri söylediğini anlatırız. Yalnız bir şartla bunu yaparız. Okul idaresi seni çağırırsa, yoksa bunlara gerek kalmaz. Senin ceza almanı önlemeye çalışırız, dedim.
    Ramazanın sıkıntısı bir nebze dağıldı. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Ama bu zoraki bir gülümsemeydi. Endişeleri vardı.
    İdareden Ramazan'ı çağırmadılar ama bizim nöbet sırasındaki şakalar kakaya dönüşmüştü. İşin tadı kaçmıştı.
                                                                                     Ali Akdoğan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder