29 Mayıs 2020 Cuma

65 Yaş Üstü Evde Kalsın

Son açıklamalarla bizi yani 65 yaş üstünü eve hapsedenler aşağıya sıralayacağım düşünceleri bir dikkatlice okuyup değerlendirsinler istiyorum.
1. Biz evde virüsü beklemekten şizofren olduk. Panik atak olduk. Her üç günde bir boğazım ağrıdığında ya da göksümde bir takılma olduğunda; ben korona mı oldum ?deyip ev halkını alarma geçiriyorum. Eşim eliyle ateşimi ölçmekten yorgun düştü. Elleri ateş ölçe ölçe hasas bir ateş ölçer cihaza döndü. Artık virüsten kaçmak yük olmaya başladı. Keşke bir an önce gelse de şu mendebur virüs ne olacaksa olsa diyecek duruma geldik.
2. Evde yaşayan genç çocuklarımızla papaz olmaya başladık. Onlar dışarı çıkmak istiyor, ben çıkmayın hastalık getirirsiniz diyorum. Aramızda sürekli bir sürtüşme var. Az kaldı. Bu virüs çocuklarımızla bizi düşman edecek.
3. Virüsle mücadele edenler bundan sonra psikolojik bozukluklarla mücadele etmek zorunda kalabilir. Bizi yönetenler Antidepresanlara ciddi bir harcamaya hazırlıklı olsun.
4. Bir de soru sorayım.
   Bilim kurulunda psikolog, psikiyatır veya ruh sağlığı uzmanı yok mu? Bu uzmanlar 65 yaş üstü insanların ruh sağlığı ile ilgi hiç bir fikir beyan etmiyorlar mı? Beyan ettikleri fikirler ciddiye alınmıyorsa o kurulda ne işleri var?
5.  Bir mitolojik öykü ile bitireyim.
  Haşmetli bir hükümdarın kızı olur. Kız büyüdükçe güzel bir genç kız olur. Günün birinde Saray’a bir falcı gelir. Hükümdara, kızını yılan sokacak ve öldürecek der. Hükümdar denizin ortasına bir kale yaptırır ve kızını yılanlardan korumak için o kaleye gönderir. Bir gün bir üzüm sepetiyle kaleye üzüm gönderilir. Sepetin içine bir boz yılan girer ve üzümle birlikte adaya gider. Genç kızı sokup öldürür.
  Bizi virüsten korumaya çalışanlar bu hikayeden ders çıkarmalı.
   Duygularımı anlatmak istedim.
  Herkese sağlıklı günler dilerim.
                                                               Ali AKDOĞAN

14 Şubat 2020 Cuma

BEDAVA BİR KİLO CİĞER

      Hani bazen malı çok olsa da bedava işler peşinde koşan insanlar olur ya. İşte tam da öyle bir insan bizim Hamza amca.
      Hamza amca Adana'da, Toros dağlarının eteklerinde bir yaylada yaşıyormuş. Malı mülkü olan varlıklı bir insanmış. Ama gel gör ki malını yemeyi bilmiyormuş. Ne alırsa gramla, dirhemle alıyormuş. Evde yemek, temizlik ve  ev işlerini yapan karısı bu durumdan hiç memnun değilmiş. Ama Hamza amcaya söz geçiremiyor, kaderine razı oluyormuş.
       Derken bir gün köyde tellal bağırmaya başlamış..
     -Yarın Adana Köprübaşı'nda sabahtan akşama kadar bedava bir kilo ciğer dağıtılacak. Yetişen herkse bedava ciğer verilecek, diye bağırıyormuş.
       Bizim Hamza amca tellalı duyunca karısına bile haber vermeden yayan yola çıkmış. Hiç durmadan yürümüş. Akşam güneş batmak üzereyken söylenen yere kan ter içinde ulaşmış. Ciğer dağıtan kişilere;
      - Ben çok uzaktan geldim. Bedava ciğerden almak istiyorum, demiş.
      Adamlar;
      - Tamam sana ciğer veririz ama sen uzaktan gelmişsin. Gel bu gece bizim misafirimiz ol. Yarın sabah gidersin, demişler.
      Hamza amca uzak yoldan gelmiş, adım atacak hali kalmamış. Bu sözler çok hoşuna gitmiş. Teklifi hiç düşünmeden kabul etmiş.
       Akşam olunca bedava ciğer dağıtan kasap önde, Hamza amca arkada eve gitmişler.İçeri geçip oturmuşlar. Evin hanımı hizmette kusur etmemiş. Güzel bir sofra hazırlamış. Hep birlikte sofraya oturup yemeklerini yemişler. Yemekten sonra evin sahibi kasap ile hanımı bahçeye çıkmışlar. Kasabın elinde kürek, kadının elinde kocaman bir tokaç bahçede bir yeri dövmeye başlamışlar. Kürekle tokaç biri iniyor, biri kalkıyor. Patırtıları duyan Hamza amca pencereden bir süre onları izlemiş. Ama meraktan da yerinde duramıyormuş. Ev sahipleri epey yorulduktan sonra. İçeri girmişler. Hamza amca hemen kapıda onları karşılamış ve;
      - Bahçede öyle ne yapıyordunuz? demiş..
        İkisi de muzip bir gülümsemeyle karşılamışlar misafirlerini.
        Ama bizim Hamza amcanın içine kurt düşmüş bir kere. Sorusunu tekrarlamış.
        Kasap;
      - Bak Hamza amca, bizim bahçede dövdüğümüz toprak bir mezar toprağı. Bu mezar benim karımın eski kocasının mezarı. Bu adam çok zengin bir insandı. Çok malı ve parası vardı. Malını yemedi, kimseye de yedirmedi. O ölünce onun karısıyla ben evlendim. Evlendiğimiz gün karımla birbirimize bir söz verdik. Onun malını, parasını yiyeceğiz. Ama her akşam onun karnını döveceğiz.  dedik. Şimdi bu sözümüzü yerine getiriyoruz, demişler.
        Hamza amca bu sözleri duyunca kafası allak bullak olmuş. Beyninde şimşekler çakmaya başlamış. Bu sözlerin üzerine hiç bir yorum yapmamış. Nutku tutulmuş. Gecenin geri kalan zamanında pek bir sohbet olmamış. Herkes yatağına çekilmiş. Yastık Hamza amcanın yüzüne diken olup batmaya, döşek taşa olup yanlarını delmeye, yorgan ateşten bir gömlek olup yakmaya başlamış. Gözü pencerede ortalığın aydınlanmasını ve sabahın bir an önce olmasını beklemeye başlamış. Gece uzadıkça uzamış. Saatler geçmek bilmiyor, dakikaları saymaya başlamış. Tan yeri ağarıp pencere nihayet aydınlanmış. Hamza amca hemen kalkıp giyinmiş. Onun kıpırtısına ev sahipleri de uyanmış. Bir de bakmışlar ki; Hamza amca hazırlanıyor.
         Kasap merakından;
       - Hayırdır Hamza amca henüz çok erken değil mi? Keşke biraz daha uyusaydın. Kahvaltımızı da yapsaydık öyle yola çıksaydın, demiş.
         Hamza Amca;
       - Sağ ol ben gideyim. yolum uzun,akşama kadar ancak varırım, demiş.
         Ev sahibi hanımına;
       - Şu misafirimize hazırladığımız ciğer nerede onu bir torbanın içine koyalım alıp gitsin, demiş.
         Hamza amca;
       - Yok arkadaşım bana ciğer falan lazım değil. Ben alacağım dersi aldım. O bana yeter, demiş.
          Vedalaşıp ayrılmış oradan. Yol boyunca kendi kendine;
        - Birileri de benim karnımı dövebilir. Ben şimdiye kadar nasıl bunu düşünmedim..Hem karımı alacak, hem malımı paramı yiyecek, hem de karnımı dövecek. Niye ben eşek miyim? Bundan sonra malımı, paramı kendim yiyeceğim. Ben karnımı kimseye dövdürmem arkadaş, diye kendi kendine söyleniyormuş.
          Köye yaklaştığının farkında değilmiş. Yolda karşılaştığı komşularının selamını dalgınlıktan olacak, duymamış. Yaylada bir kaç dükkan ve bir de kasap varmış. Manava girmiş. Kilolarca meyve, sebze, patates, soğan almış. Sepete doldurup. Orada bulunan işçinin birinin sırtına yükletip eve yollamış. Bir çuval şekeri başka bir işçi sırtlamış eve doğru yola çıkmış. Pirinç, mercimek bulgur, fasulye, nohut gibi bakliyatların her birinden birkaç kilo almış. Onları da başka bir çuvala doldurup bir başka işçi de onu sırlamış yola çıkmış. Oradan çıkmış kasaba girmiş. Asılı duran etleri inceledik- ten sonra kasap gence dönüp;
         - Delikanlı şu asılı duran bütün koyunu parçalayıp bozmadan  bizim eve gönder, demiş.
          Kasap biraz şaşkın bir sesle;   
         -Hamza amca bir yanlışlık yok değil mi? demiş.
         Hamza amca;
         - Yok kasap efendi yok, demiş.
         Kasaptan eti sırtlayan işçi ile birlikte çıkmış. Eve geldiğinde gönderdiği erzakların kapının dışında beklediğini görmüş. İşçilere;
         - Niçin içeri koymadınız. bu getirdiklerinizi? demiş.
         İşçiler hep bir ağızdan;
          - Yenge almadı. Siz yanlış getirmiş olmayasınız. Hamza amcanız her şeyi gramla, dirhemle alırdı. Bunlar kesinlikle bizim değil. Hamza amcanız gelmeden ben bunları içeri alamam dedi. Bizde dışarıda bekledik; demişler.
         Hamza amca karısına;;
        - Hanım hele bir dışarı çık. diye bağırmış
         Kadın telaşla dışarı çıkmış ve;
         - Buyur bey, ne oldu, demiş.
         Hamza amca sert bir ses tonuyla;
         - Sen bu göderdiklerimi  niçin içeri almadın? demiş.
         Kadın şaşkın bir ses tonuyla;
         - Ne bileyim bey; sen şimdiye kadar hep gramla, dirhemle alırdın her şeyi. Bunları görünce şaşırdım, demiş.
         Hamza amca öfkeli bir sesle;
         - Ben malımı paramı yemeyeyim de başkalarına mı kalsın? Ben öldükten sonra sen başkasıyla evlenip  hem malımı, paramı yiyeceksin hem de karnımı dövdüreceksin öyle mi? Hınzır kadın. Ben karnımı kimseye dövdürmek istemiyorum. Aç kapıları. Çocuklar malzemeyi içeri bırakıp gitsinler. Bundan sonra böyle. Sen de buna alışsan iyi olur, demiş.
                 

                                                                                                 Ali AKDOĞAN