19 Aralık 2014 Cuma

AY TUTULMASI

   Bu kez yaşadığım yöredeki insanların ay tutulmasına nasıl inandıklarını yazacağım. Bu benim çevremdeki inanış diyorum ama belki de bir çoğunuzun çevresindeki inanışlardır. Yazıyı okuduktan sonra buna siz karar vereceksiniz.
    1972 yılında ortaokul son sınıf öğrencisi iken 15 mayısta meydana gelen depremde okulumuzun binasının yarısı yıkıldı. O tarihten sonra okulumuz süresiz tatil edildi. Ama bizim ortaokuldan mezun olabilmemiz için üç dersten bitirme sınavına girmemiz gerekiyordu. Çünkü o tarihlerde uygulama öyleydi. Ya "Türkçe - Matematik - Fen Bilgisi" yada "Türkçe - Matematik - Sosyal Bilgiler" derslerinden hangi gurubu seçerseniz o ders grubundan bitirme sınavına girilecekti. Okul idaresi tarafından adreslerimize duyuru yazıları gönderilerek Ağustos ayının 20 sinde okulda toplanmamız istendi. Sınav programları hazırlanmıştı. Valizlerimizi hazırlayıp okulumuza geldik. Deprem olduktan sonra ayrıldığımız Bingöl'e geri geldik. Binasının yarısı depremde yılkılan Bingöl Lisesinin bahçesinde kurulan bir sahra çadırını yatakhane olarak hazırlamışlardı. Ranzalar yerleştirilmiş, yataklarımız ranzalara serilmişti. Biz de çarşaf, nevresim, yastık, battaniyelerimizi aldık. Yataklarımızı hazırladık. O çadırda yatıyorduk. Aynı büyüklükte bir çadır daha kurulmuştu.  O çadırı da yemekhane olarak kullanıyorduk. Kalacağımız günler sayılıydı. Topu topuna bir hafta kalacaktık.
       Sınava iki gün vardı  Şehiri dolaşmaya çıktık. Depremde yıkılan binaların enkazları kaldırılmış şehir enkazdan temizlenmişti. Yakınlarını kaybeden insanların yaşadığı, aynı sıraları paylaştığımız arkadaşlarımızın öldüğü  bir şehirde dolaşmak acıdan başka bir duygu vermiyordu bana. Nereye baksam yıkılmış binaların kaldırılmış enkazlarının olduğu bina yerlerini görüyordum. Hani bir sel coşkun akar ve geçtiği yeri dümdüz eder, geçtikten sonra yerinde yeller eser ya  depremin de geride bıraktığı aynı görüntüler.
     İçim burkuldu. Okula geri döndüm. Çadıra girdim. Yaz günü çadırın içi çok sıcaktı. Gölgesinde serinleyecek ne bir ağaç ne de bir bina vardı. Mecburen çadıra sığınıyorduk.
     Yine akşam olmuş ve bütün öğrenciler yemekhane çadırında toplandık. Akşam yemeğimizi yedik. Takvim yaprağından o gün Ay tutulması olacağını okumuştuk. Ay'ın tutulacağı saatten haberimiz vardı. Hava açık tipik bir yaz akşamıydı. Gökyüzünde yıldızlar tabak misali parlıyordu. Ay dolunay evresindeydi ve batıya doğru normal seyrinde ilerliyordu. Gece saat 10.20 sıralarında tutulma işlemi gerçekleşmeye başladı. Biz de çadırın önüne çıktık izlemeye başladık. Çok geçmeden silahlarla havaya ateş edilmeye başlandı. Çadırımızın kuzeyinde karaayollarının bahçesinde işçiler kalmak için sacdan bir baraka yapmışlardı. Çok geçmeden, birileri ellerine aldıkları koca bir sırıkla,  o sac barakaya, olanca gücüyle vurmaya başladı.  Gecenin sessizliğinde sac barakanın tangırtıları bomba patlıyormuş gibi ses çıkarıyordu. Cami minarelerinin ışıkları yanmaya başladı. Ezanlar okundu, namazlar kılındı. Şaşkındım. Etrafımdakilere bu yapılanların sebebini sormaya başladım. İçimizden birisi büyüklerinden duyduğunu bize anlatmaya başladı.
      - Mübarek ay ejderha tarafından kuşatılmış. Ejderha ayı boğup işgal etmek istiyor. Ejderhayı korkutmak için silah sıkılıyor. Ay'ı sarmalayan ejderha; silahların, çalınan tenekelerin, sırıkla dövülen şu barakanın sesinden ürkecek ve ayı serbest bırakacak. Okunan ezanlar ve kılınan namazlarla da Allah'tan;  ayı ejderhadan koruması için dua edilerek merhamet etmesi isteniyor, dedi
     Gece yarısından sonra Ay'ın yüzü açılmaya etraf ışımaya başladı. Sevinç çığlıkları atılıyordu. Vatandaş bir kez daha Ay'ı ejderhadan kurtarmış olmanın gururunu yaşıyordu. 
     Bu sadece Bingöl'e özgü bir şey değildi. 1982 yılında yine bir Ağustos akşamı, gecenin ilk saatlerinde Ay tutuldu. Karakoçan'da babamın evindeydik. Babamın çakaralmaz bir av tüfeği vardı ve kendi odasında duvarda asılı duruyordu. Biz harmanda toplanmış olayı izliyorduk. Ay henüz tutulmaya başlamıştı ki; Babam  hemen evin dış kapısından içeriye koşarak girdi. İçerden av tüfeğini alıp koşarak dışarı çıktı. Tüfeği gök yüzüne dikip tetiğe bastı. Bereket silah bozuktu patlamadı. Ama ilçede silah takırtıları yaklaşık bir saat sürdü.  Ay açılmaya başlayınca. silah sesleri de kesildi. Biz de silah seslerinden kurtulduk.  Gecenin ilerleyen saatlerinde dedem hış mış evimizin kapısından içeri girdi. Bir şeylere sinirlenmişti rahmetli ama neye? Çok şaşırdık. Dedem köydeydi. Köyümüzün ilçeye uzaklığı oniki, onüç kilometreydi. Bu adam bu gece vakti niye geldi diye merak ederken kendisi anlatmaya başladı. 
     -Ben köydeydim. Damın üstünde ay tutulmasını izlerken ağlayarak dua ediyordum. Haskar'ın oğlu Cemal mıdır? ne zıkımdır ileri geri konuştu sinirimi bozdu, dedi.
     Hala siniri geçmemişti. Annem merakla sordu;
     -Yine ne söyledi de seni böyle çileden çıkardı o densiz? dedi.
     Dedem aynı heyecanla devam etti.
     - Ay'ın tutulmasında ne var? diyor. Amerikalılar aya gittiler. Üzerine tuvaletlerini yaptılar. Siz hala ağlayıp dua ediyorsunuz deyip bizimle alay etti. Bunları okula göndermişler, hepsi gavur olmuş, bunlarda dini itikat kalmamış dedi.
      Ve göz ucuyla suçlar gibi bize bakarak ağlamaya başladı. Dedem düşüncesini öyle kuvvetle savunuyordu ki; karşısında aksini söylemek imkansız gibi bir şeydi. Ben bunların; şamanizmin ve zerdüştlüğün geleneklerinden olduğunu biliyordum. Ancak bunu dedeme anlatmanın imkansızlığını bildiğim için ancak yutkunabildim. Söyleyeceklerim içimde kaldığı için karnım şişiyordu ama yapacak bir şey yoktu. Söyleyeceğiniz her şey, büyüğe karşı olduğu için, doğru da olsa hemen ailenin diğer fertleri tarafından saygısızlık olarak nitelendirilecekti.
     Bence; geleneklerdeki ve dini inanışlardaki yanlış ve hurafe düşünceler bu nedenle günümüze kadar yok olmadan gelmişlerdir.
 
                                                                                                           Ali Akdoğan