14 Mayıs 2014 Çarşamba

Sedyeye Kömür Karası Bulaşmasın

    Bugün 14 Mayıs 2014 Çarşamba. Manisa'nın Soma ilçesindeki kömür ocağında meydana gelen katliam gibi kazadan sonra, ocaktan bir sedye üzerinde cansız yatan bir madenci çıkarıldı. Yüzündeki kömür karasından yüzünü tanımak çok zordu. Ağzı açıldı bir beyazlık parladı ağzının içinden. Terliyordu. Yüzünden akan ter damlası bir nehirin yatağı misalı yüzündeki kömür karasının içinden bir yol açarak aşağıya doğru aktı. İsmi neydi bilmiyorum. Ama bir yakınlık hissetim kendisine. İzlemek için dikkat kesildim.  
  

     Etrafındaki kalabalıktan uğuldayan sesler;
    - Allah'ın takdiri, diyorlardı.
    Birden sedyenin üzerinde ölü gibi yatan madenci kıpırdamaya kalkıp oturmaya çalıştı. Gözlerini iri iri açtı. O kapkara yüzün ortasındaki gözlerin akı bir parlamaya başladı ki sormayın. Yumruklarını sıkarak uzun uzun etrafı inceledi ve etrafındakilere;
    - Bizi yaratan Allah neden hep kütü takdirini biz ezilenlere, fakirlere ve kimsesizlere kullanıyor? Biraz da bizim emeğimizi sömürenlere, bize zül m edenlere karşı kullansa ya, diye bağırdı.
     Bu içten çağlayarak gelen bir isyanın ayak sesleriydi. Ortalık buz kesti. Kimsede tık yok Ancak yutkunmakla yetindiler. Tam bu sırada sessizliği bozan cılız bir sesin verdiği cevap duyuldu.
     - Galiba ben biliyorum bu soruların cevabını. Çünkü biz her şeyimizi Allah'a havale ediyoruz. Bizim adımıza hesap sorsun istiyoruz. Sürekli isteklerde bulunarak, kendi yapabileceğimiz şeyleri de
ondan bekliyoruz. İşte sanırım usandırdığımız için kötü takdirini bizden yana kullanıyor, dedi
     Başka bir madencinin sesi yükseldi;
     - Biz ne yapabiliriz ki? Tabi ki ondan isteyeceğiz haklarımızın sual edilmesini, dedi.
     Cılız sesin sahibi biraz daha gür bir sesle;
    - Yahu biz üç bin madenci; üç, beş taşerona veya on, on beş dayı başına itiraz edebilseydik, bu madende can güvenliğimizin tehlikede olduğunu, tehlikeler giderilmeden madene girmeyeceğimizi söyleyip direnebilseydik, belki de  başımıza bu katliam gibi kaza gelmeyecekti. Belki de bu ölen arkadaşlarımız ölmemiş olacaktı, dedi.
     Etraftaki diğer madencilere mantıklı gelmişti. Onlar da bakışlarıyla onayladılar bu sözleri.
     Sedyedeki madenci iki kenarına bakınırken devlet büyüklerinden birinin posterini gördü. Yine hiddetlenmişti.  Olanca gücüyle bağırarak;
    - Bizim cenazelerimiz için camilerde sela okutacaklarmış. Camilerde, kuran kurslarında bizim adımıza hatim indirteceklermiş. Benim eşimin, çocuğumun, annemin, babamın, kardeşlerimin yapacağı hayır hasenat işlerine ne hakla karışıyorlar. Bıraksınlar bu ucuz lafları. Bir şey yapacaklarsa,  bizim böyle ucuz ölümlerimizi önlesinler. Taksim meydanını iççiden koruyacaklarına, işçileri ölmekten korusunlar dedi ve bayıldı.
      Yine kimsede tık yok. Herkes yanındakine sorgulayıcı gözlerle bakıyordu. Madenciyi ambulansa taşıdılar. Kendine gelmişti. Sedyeye uzatmaya çalıştılar. Çizmelerine bir baktı. Çıkarmak istedi takadı yetmedi. Yanındaki hemşire uzanmasını söyleyince;
     - Çizmelerim sedyeyi kirletecek, dedi.
       Hemşire şefkatli bir sesle;
      - Kirlenirse kirlensin, bir şey olmaz. Senden daha kıymetli değil ya, dedi.
      Ama madencinin içi rahat değildi. Devletin ambulansındaki sedyeyi kirletmek istemiyordu. Ayaklarını sedyeye değdirmeden, ayakucundaki demirin üzerine uzattı. Ekip kollarından tutup kendisini yukarı doğru çekince pes etti.
     Madencinin; devletin ambulansındaki sedyeye verdiği diğer kadar, devlet de madenciye değer verseydi bu yaşananların hiç biri yaşanmazdı diye düşünüyorum.
                               
                                                                                Ali Akdoğan